Muhalif 6 siyasi partinin (“6 Parti”) bir araya gelerek ortak bir mutabakat açıklaması gerçekten de önemli bir gelişme, Türkiye için olduğu kadar dünya için de ilginç bir haber.
Ortak gayelerinin güçlü, özgürlükçü, demokratik ve adil bir [yönetim] sistemi inşa etmek olması sevindirici. Bu gayenin gerçekleşmesi için temelde yasama, yürütme ve yargı organlarını güçlendirmek ve kuvvetler ayrılığını tesis etmek gerektiği tartışmasız. Bunlar, “orta demokrasi” seviyesinde iken son yıllarda düşmüş olduğumuz “hibrit” seviyeden ileri demokrasiye evrilmek için gerçekleştirmesi zorunlu hedefler.
6 Parti liderlerinin Türkiye şartlarında “sofistike” sayılabilecek bir belge ortaya çıkarıp imzalayarak bu hedefleri gerçekleştireceklerini taahhüt etmiş olmaları gerçekten de haber değeri yüksek bir gelişme…
İyimser ve umutvar olmalı mıyız?
Peki bu gelişmeyi iyimser mi yoksa kötümser mi yorumlamalıyız? Ya da umutvar olabilir miyiz?
2023 seçimlerinde 6 Partinin tamamının veya herhangi birinin Anayasa’yı değiştirecek çoğunluk elde edemeyeceği kamuoyu anketlerinden ve Türkiye’nin seçimler tarihinden kolayca öngörülebilir.
Yani, 6 Parti; seçimleri kazansa bile verdikleri taahhüdü gerçekleştirmeye yeter güce erişemeyecek. Dolayısı ile gayeleri, hedefleri ve taahütleri iyi fakat, bir mucize olmazsa boşadır.
6 Parti hem cumhurbaşkanlığı hem de meclis seçimini kazandığı takdirde başkanlık sistemi aynen devam edecek, iktidardaki kişiler ve partiler değişecek, hali hazırda yaşanan sorunlar değişmeyecektir. Bazı liderlerin sözünü ettiği “geçiş dönemi” ise gündeme bile gelmeyecektir. Bu durumda yeni gelenin daha iyi olacağını garanti edilebilir mi? Hayır! “Gelen gideni aratır” sözünü atalarımız boşuna mı söylemiş?
Dolayısıyla umutvar olmayıp kötümser olmak daha doğru olacaktır.
Bir mucize olur mu?
Fakat iyimser olmak da hatta bir mucize beklemek de mümkündür.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; Kasım 2020’de “ekonomi, hukuk ve demokraside yepyeni bir seferlik, yeni bir reform dönemi” başlatacaklarını açıklamış; 2021’in başlarında “yeni anayasa üzerinde çalışacaklarına, [2023’te] milletin takdirine sunmakta kararlı olduklarına” dair sözler vermişti.
Hem Sayın Erdoğan’ın hem de 6 Partinin, bir birleri ile uyuşmasa da hukuk ve demokrasi taahhütleri vermiş olmalarını iyimser değerlendirmek gerekir. Zira her iki tarafın da taahhüdünü gerçekleştirmesi diğerinin desteğine bağlı, ve bu durum, uzlaşmalarını zorunlu kılmakta. Rakip siyasi kutuplar, bu uzlaşmadan tarihî bir mucize çıkarabilir, Türkiye’yi yıldırım hızıyla ileri bir demokrasi, hukuk ve refah devletine dönüştürebilirler.
Bir şartla…
Uzlaşmanın hem “tam yargı bağımsızlığı” hem de “hükümet sistemi” hakkında olması bir mucize yaratacak; Türkiye’ye çağ atlatacaktır. Sadece hükümeti kimin kuracağında uzlaşılması ise bu tarihî fırsatı elden kaçıracaktır.
Türkiye’nin önünde asırlık bir fırsat penceresi açılmakta; varılması zorunlu olan uzlaşma ihtimali, Türkiye’ye kısa sürede ileri bir demokrasi, hukuk ve refah devleti olma fırsatı getirmektedir.
6 Parti haberinin gerçek haber değeri; işte bu tarihî fırsattır.
Bu tarihi fırsat elden kaçırılmamalı, bir mucizeye, Türkiye mucizesine çevrilmelidir.
Ne yazık ki Türkiye muhtemelen bu tarihi fırsatı elden kaçıracak gibi görünmektedir.
6 Parti de yargıya çözüm getirmiyor
Muhalif 6 Siyasi Parti 28 Şubat’ta yaptığı açıklamada “yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamak yüksek yargı kurulları ile organlarının bağımsızlıklarını ve demokratik meşruiyetlerini güçlendirmek, yürütmenin müdahalesini engellemek” amacıyla özetle yenilik olarak şunları yapacaklarını söylüyorlar:
- HSK, Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulu olarak ikiye ayrılacak; bu kurulların üyelerinin yarısını 2/3 nitelikli oyla TBMM seçmeye devam edecek. Diğer yarısını cumhurbaşkanı yerine yargı mensupları seçecek. Kurulların [meslekten çıkarmaya ilaveten] disiplin kararları da yargı denetimine açılacak.
- Adalet Bakanı ve müsteşarı Hakimler Kurulu’nda yer almayacak.
- Çoklu baro kaldırılacak, barolarda ve birlik seçimlerinde [aksayan] temsilde adalet ilkesi esas alınacak.
- Hakimlere coğrafi teminat verilecek, yani atama süresi dolmayan hâkim, rızası olmadan başka yere atanamayacak.
- Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına uymayanlara tazminatlar rücu edilecek. Sulh Ceza Hakimlikleri yeniden düzenlenecek, tutuklama kararları istisnai olacak.
- Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açabileceklerin [hali hazırda 4 kişidir] ve bireysel başvuru yapabileceklerin kapsamı genişletilecek. Mahkemenin üyelerinin dörtte üçü hukukçu olacak, 15 üyeden 12 adedini 2/3 nitelikli çoğunlukla TBMM; kalan 3 üyeyi Cumhurbaşkanı seçecek.
- Sayıştay ve Yüksek Seçim Kurulu (YSK) yüksek mahkeme olarak düzenlenecek. YSK iki daireye ayrılacak; idari dairenin kararına yargısal dairede itiraz edilecek. Sayıştay denetimi tüm kamu kurum ve kuruluşlarını kapsayacak.
Yargıyı daha da kötüleştirme ihtimali var
Bu maddelerin “güçlü, bağımsız ve tarafsız bir yargı oluşturması” hayli iddialı ve hatta gerçekçi olmaktan uzaktır. Fakat gerçekleşmeleri bir kısım iyileşmeler sağlayacaktır.
Yürütme ile yasamayı bütünleştirmesi sebebiyle parlamenter sistemin yargı bağımsızlığına, hukukun üstünlüğüne ve hatta kuvvetler ayrılığına karşı oluşturduğu tehlikeler için bir tedbir öngörülmemiştir. Tersine, TBMM’de siyasilerin 2/3 nitelikli çoğunlukla seçim yapması öngörülmüştür. Bu durumda yargının, tek partinin hâkim olmasından daha ağır ve çok kutuplu bir siyasallaşma içine girmesinden ve arzu edilenin tersi sonuç vermesinden endişe ederim. Ayrıca yargının 1980’lerde olduğu gibi fiilen Adalet Bakanlığına bağımlı hale gelmesi ve yargının keyfileşmesi gibi ağır sonuçlar ortaya çıkabilir. TBMM’de 2/3 mutabakat oluşmadığı takdirde yargı organsız kalabilir.
Hâkim ve Savcı kurullarının üyelerinin yarısını meslek mensuplarının seçmesi bu tehlikelere karşı yeterli koruma sağlamaktan uzaktır.
Yargı özgürleşmeden siyasi etik olabilir mi?
Yargı kurullarının oluşumunda siyasetin etkili olması hem “siyasi etik” hem de “etkin, şeffaf ve hesapverir kamu yönetimi” amaçlarına aykırıdır. Yargının sivil topluma ve bürokrasiye hukuk güvencesi verebilmesi için siyaset, yargıdan elini çekmeli; yargı kurulları siyaset sahasının dışında oluşmalıdır. Siyasetin rolü toplumun ihtiyaçlarını ve tercihlerini belirleyerek yargıya iletmekten ibaret olmalıdır.
Öte yandan “şeffaf ve hesapverir” yönetim vaadini gerçekleştirmek kamu görevlilerinin suçlarında amirlerin soruşturma izni vermesi şartının kaldırılması ile mümkündür. Ancak bu konuda bir beyan görülmemektedir.
Yargının görevini yapmasına “idari amirlerin izin vermesi” çağdışı bir şarttır. Yargıyı normal işlevinde kamu görevlisi kesimi için idari amirlere bağımlı hale getirmektedir. Kamu görevlilerine karşı serbestçe işlev gösteremeyen yargı; bağımsız olamaz.
Köklü reformlar yerine pansuman tedbirler
Sonuç olarak 6 Parti; yargının ve hukukun üstünlüğü sorunları hakkında ele gelir bir yapısal reform önermiyor. AİHM kararları, Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu ve Sayıştay gibi kamuoyunda çok tartışılan konulardaki önerileri pansuman benzeri.
6 Parti, köklü yapısal reformlar önermiyor; “güçlendirilmiş parlamenter” temasına uygun olarak cumhurbaşkanına verilen yetkilerin meclise devretmeyi, yargı gücüne cumhurbaşkanı yerine meclisin hâkim olmasını öneriyor.
Türkiye’nin ileri bir hukuk devleti, demokrasi ve refah ülkesi olmasına engel olan yargı ve hukukun üstünlüğü sorunları, maalesef çözümsüz kalıyor.
Yargı, siyaset üstü yaklaşımla çözülür
Siyasetin bu iki temel sorunu çözemeyeceği, siyaset üstü bir yaklaşım gerektiği ortada.
Bu vesile ile herkesi, her kesimi ve tüm siyasi partileri, siyaseten tarafsız Daha İyi Yargı Derneği’nin 10 yıllık çalışmayla geliştirerek kamuoyunda tartışmaya açtığı “A’dan Z’ye Türk Yargı Reformu” yayınındaki yenilikçi önerileri ve kanun taslaklarını incelemeye, geliştirmeye davet ediyorum.