Cüneyt Özdemir’in Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ile röportajını izlemeye bugün özel zaman ayırdım. Tam 1 saat 7 dakika süren röportajı izlemek, araya giren reklamlarla birlikte 1 buçuk saatten fazla zamanımı aldı.
Öncelikle her ikisini de tebrik ederim:
Cüneyt Özdemir (ve ekibi) ülkemizdeki her hukuksuzluğun hukuken, siyaseten ve icrai olarak hesabını vermek, soruları cevaplamakla sorumlu olan iki kişiden birisi olan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ile kendi Youtube kanalında yayınlanmak üzere bir röportaj yapmayı başarmış! Bu fırsatı hukuk ve yargı ile ilgili muhaliflerin ve hatta siyaseten tarafsız olanların bile elde etmesi oldukça zor ve hatta imkansız. Her birkaç dakikada bir araya reklam girmesinin gösterdiği üzere önemli bir reklam geliri de elde edeceği aşikar.
Abdülhamit Gül de, kusursuz bir dille, noktası virgülüne dikkat ederek cevap vermiş. Siyaseten ne kadar kazançlı çıkacağını izleyenler belirleyecek.
Bu yazıyı daha derinleşirse yüksek kapasitesine erişerek topluma daha yüksek faydalar sağlayacağına düşündüğüm Cüneyt Özdemir’e geri bildirim vermek amacıyla yazıyorum.
Çünkü röportaj tam bir hayal kırıklığı! Çünkü Sayın Özdemir ve Sayın Gül bir saat boyunca konuşulması gerekenlerin yüzeyine değinip, sohbet etmişler. Hepsi o kadar… Sayın Özdemir hakkında röportaj yaptığı konuları araştırmamış; sorulması gereken meseleleri belirlememiş; dolayısıyla da sorulması gereken sorunları sormuyor; Nerede o Neşe Düzel ile Ahmet Altan’ın kırmızı koltuklu programı ve muhataplarını derinden sorgulamaları…
Abdülhamit Gül’ün Adalet Bakanı olması sebebiyle siyasi kimliğinin gerektirdiği yanıtları veriyor; bağımsız görüşlü bir avukat duruşuyla gerçekleri çekinmeden söyleyemiyor ve eleştirmiyor olmasını anlayabilirim. Fakat bir yandan siyasi ve avukat şapkalarının gölgesine sığınırken diğer yandan bu kimliklerin gereklerine aykırı durmasını ve söylenmesi gerekeni söylemekten çekinmesini çelişkili buluyorum.
Cüneyt Özdemir’in röportajı biraz güncelden, biraz görünürdeki varlığı inkar edilemez sorun ve çelişkilerden dem vurmaktan ibaret kalmış. Sorunları tam olarak belirleyemediği gibi, sorunların temelinde yatan can alıcı konuları bulmamış.. Dolayısıyla soruları da yüzeysel kalmış.
Gazetecilerin, savcılığın talimatıyla polis tarafından şafaktan evlerinden alınmasına İlişkin konuda: Savcıların her zaman polisi tebligat ve sorgulama yardımcısı gibi kullandığının ve bunun kanıksanan bir uygulama olduğunun farkında değil. Adalet Bakanına “savcılar neden böyle davranıyor?”, “cevabınızda niye dilekte bulunuyorsunuz? Dileğinizi gerçekleştirmek için neden kanunu değiştirmiyorsunuz?” diye ve benzeri şekilde sorması gerekirken sormuyor. Soramaz çünkü belli ki meseleyi bilmiyor; hakkında sohbet ediyor sadece.
Milletvekilliklerinin düşmesi ile ilgili konuda: kesinleşen mahkeme kararını neden bu kararı icra etmekle görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılığının değil de görevi ve yetkisi olmayan yürütme gücünün, bu gücün unsurları olan Adalet Bakanı ile Cumhurbaşkanı yardımcısının TBMM’ye bildirdiğini sorması gerekirken sormuyor. Basit bir google sorusu ile bulabileceği cevabı ve 5275 sayılı yasanın 5. Maddesinden haberi yok. Adalet bakanı cevaplarında bir konudan kaçınırken “yargı” teriminin arkasına sığındığı halde milletin bağımsızlığını doğrudan ilgilendiren milletvekili bağımsızlığı konusunda yargısal faaliyete yürütmenin ve siyasetin neden dahil olduğunu sormuyor; bakanın bu çelişkisini ortaya çıkaramıyor.
Cüneyt Özdemir, röportaj yaptığı Abdülhamit Gül’ün aynı zamanda HSK başkanı olduğunun, aynı HSK’nın Berberoğlu’nun davasında mahkeme heyetini değiştirdiğini bilmiyor ya da farkında değil gibi. Kılıçdaroğlu’nun bazı avukatların aleyhlerine karar veren hakimleri tayin ettirdiği yönündeki eleştirisini okuyup HSK başkanı Gül’e okuyarak ne diyeceğini sorması Tabiri caizse ne olduğu bilinen cevabın ifade edilmesi için çanak tutmak gibi. İnsan bir tane örnek olay bularak bunu sormaz mı?
HDP’li belediye başkanlarının görevden alınması ile ilgili konuda da hayal kırıklığı yaratıyor. Seçim öncesinde adayların engeli olmadığının belgelenmesinden yola çıkarak hukukun üstünlüğü tahtına çıkıyor; sorusunda ise bu tahtın üstünde oturduğunu unutuyor. Ülkemizin her karışında, yapılan her işlemde hukukun üstünlüğünün hakim olması gerektiğini unutmuş gibi davranıyor. “Kayyım atama kararları neden bir yargılama sonucunda ve yargı mercii tarafından değil de, yürütmenin bir unsuru ve siyasetin uzantısı olan idari bir makam tarafından bu karar alınmıyor?” Sorusunu soramıyor.
Bırakınız duayen bir gazeteciyi, sıradan bir İnsan bile Adalet Bakanına “Barolarla ilgili değişiklik, bir sene önce açıkladığınız 2019 Yargı Reformu belgesinin neresinde yer alıyor?” diye sormaz mı? “Yer aldığını söylese bile “Ankara Barosunun Cumhurbaşkanını kızdıran Ali Erbaş’ı keskin dille eleştirisine kadar niye bir taslağınız yoktu? Neden baroların fikrini almadan katılımını sağlamadan kendi başınıza taslak hazırlıyorsunuz? Sizin Normalleşmeden ve demokratikleşmeden anladığınız kutuplaşmayı artırmak mı? Ülkenin en demokratik kurumları barolar iken yıllardır anti-demokratik yönetilen diğer meslek kuruluşlarından – örneğin TOBB’dan niye başlamıyorsunuz?” sorularını peş peşe sıralamak gerekmez mi?
İkili gündemdeki konular hakkında kayda değer bir değer yaratmayan bir sohbet yapmışlar.
Tony Blair başbakan olmadan önceki bir konuşmasında “empty chattering” dediğinde Anadolu’nun ücra bir köşesindeki köyümüzün bilge büyüklerinin “Boşuna Çenelenmek” deyimlerini hatırlamıştım. Röportajın sonuna gelince o anımı hatırladım.
Anadolu’nun güzel insanları çok daha iyisini hak ediyor.