Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın (ve Türkiye’nin) İsveç’in NATO’ya üye olmasını kabul etmekten başka şansı var mıydı?
1980’lerde kudretli generallerin Yunanistan’ın NATO’ya dönmesine karşı çıkamadığı gibi, hayır! İsveç’in NATO’ya kabulüne “evet” demek zorunda olduğu en başından beri belli olan Erdoğan’ın bunu son anda Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğine bağlama gayreti de nafile! Batılılar’ın“Erdoğan tekrar yola girmek durumunda kaldı” deyip geçeceği bu durumu “Türkiye rotayı tekrar Batı’ya çevirdi” diyerek takdim edenleri geçiniz. Türkiye’nin rotası tartışmasız bir şekilde Batı’yadır. Bu rotayı Rusya’ya, Avrasya’ya ya da Şanghay’a doğru çevirmek ne mümkün ne de Türkiye’nin yararınadır.
Türkiye’nin menfaatleri, göbeğinden bağlı olduğu Batı’dadır. En başta ulusal güvenliğimiz, Batı’nın bütünleştiği NATO şemsiyesi altında ve ona muhtaçtır. Her ay biraz artmasından övündüğümüz ihracatımızın yarısından fazlası AB ülkelerinedir. Felsefede, bilim ve teknolojide, sanayide Türkiye Batı’dan, almakta karşılığında hamallığını yaptığı sanayi üretimi vermektedir. Türkiye finansman ihtiyacını Batı’dan karşılamakta, yıllık yaklaşık 200 milyar dolar dış borç almaktadır. 1970’lerden beri medet umduğumuz, gelsin diye dua ettiğimiz Körfez Emirlikleri ve sermayesi de hem Batı’ya bağımlı hem isteksiz hem de Türkiye’nin ihtiyacını karşılamaya ve finansal itibar kazandırmaya yetersizdir. Onbinlerce genç beyin Batı ülkelerinde eğitim görmekte, çalışmaktadır. Toplumsal iletişim Batı dünyasının, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) hakim olduğu kanallara bağımlıdır. Twitter’ın, Facebook’un, Instagram ve Whatsapp’ın kapandığı, Microsoft, SAP, Oracle, Autodesk ve diğer yazılımların, SWIFT sisteminde havale yapmanın, Türkiye’ye borç vermenin Rusya’ya olduğu gibi Türkiye’ye yasaklandığını hayal etmeye çalışın!.. Türkiye bu kanalların kapanmasını değil, kısılması ihtimalini bile göze alamaz. Nitekim 2018’de Trump bir tweet mesajı ile finans piyasalarını ve ekonomiyi durma noktasına getirmedi mi?
Buna karşın Türkiye hem benzersiz potansiyelini gerçekleştirmenin hem de Batı dünyasında birinci sınıf bir ülke olmanın temel şartı olduğu halde kural bazlı bir demokrasi olmaktan kaçınmaktadır; ikinci sınıf bir üyeliği uygun görerek 85 milyonluk devasa insan kaynağını vasat eğitime, yarı otokratik bir yönetime mahkûm etmektedir. Temel hak ve özgürlüklerini tehdit altında, kendini geliştirme imkânlarını kısıtlı gören bir kesim, çareyi ülke dışına göçmekte aramaktadır. 2010’lardaki orta demokrasi, bugünlerde seçimli otokrasiye, orta gelir de alt sınırına gerilemiştir.
Bu durumun temel sebebi, yargının yargı işlevini özgürce yerine getiremiyor, adeta bir uzantısı gibi bağımlı olduğu iktidarı ve bürokrasiyi sınırlandıramıyor, suçlarını bile özgürce soruşturamıyor olmasıdır. Yüzde 35 oy alarak bütün devlet güçlerini ele geçiren iktidar, yargı yoluyla siyaseti tanzim etmekte, muhalifleri saf dışına çıkarmaktadır. Milliyetçilerin üçe bölünmesi, Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak kararı, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına rağmen hapiste tutulması, milletvekillerinin tutuklanması, Pamukova ve Soma facialarında Anayasa Mahkemesi’nin de tespit ettiği hukuka aykırılıkların hepsi, yargının iktidara bağımlı, iktidarın arzusu yönünde karar veren hakimlerin hesap vermez olması nedeniyledir.
Bu ortamda oligarşik lider ve merkez yönetimlerin hâkim olduğu antidemokratik siyasi partiler, demokrasi ve hukukun üstünlüğü için büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Çağdışı delegelik ve blok liste seçimleri ile partileri pençelerine alarak kendilerini topluma dikte eden liderlerin hepsi, istisnasız otokratiktir. Buna imkân veren siyasi partiler yasası demokratikleşmediği sürece ülkenin otokrasiye doğru kayması gayet doğal bir sonuç değil midir?
Türkiye’nin rotasını çevirdiği Batı’nın ve AB’nin bir parçası ve birinci sınıf üyesi olabilmesi için İsveç’in NATO üyeliğini kabul etmek yetmez. Kural bazlı işleyen, bunun için güçler ayrılığını içselleştirip yerleştirmiş, yargıyı tam bağımsız, hukuku herkese karşı üstün, özgürlükçü bir Batı toplumu haline gelmemiz gerekir. Bu yolda en başta atılması gereken adımlar ise;
(1) Siyasetçilerin ve kamu görevlilerinin koşulsuz şartsız yargıya hesap vermesini sağlamak
(2) Siyasi partiler yasasını acil olarak demokratikleştirmek ve
(3) Hızla A’dan Z’ye Türk Yargı Reformu’nu gerçekleştirmektir.