Seçimi kazandığı 28 Mayıs akşamı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yeni ve sivil bir Anayasa çağrısını yineledi. Bu çağrıyı Erdoğan, 16 Nisan 2017 halkoylaması öncesinde de yapmıştı ve o zaman da nihayet askerlerin yapmadığı, sivil bir Anayasa’ya Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile kavuştuğumuz söylenmişti. Şimdi onun da tam sivil olmadığı söyleniyor.
Erdoğan’ın yeni Adalet Bakanı Yılmaz Tunç röportajlarında bir yandan yargı reformu için strateji belgesi hazırladıklarını söylüyor; fakat sanki yargı sorunu halledilmiş gibi bir de sivil anayasa çalışmaları olduğunu söylüyor. Ülkenin hangi sorununu çözmek, hangi amacını gerçekleştirmek için kimin ne amaçla nasıl çalışma yaptığından halkın haberi yok.
Öte yandan 1 Eylül 2023 günü başlayacak olan cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının ilk adli yılına Türkiye, yargı, hukukun üstünlüğü, yönetimde istikrar, kamuda liyakat ve ekonomide ağır sorunlarla giriyor.
Çok yol aldık ama az başardık
29 Ekim 1923’ten bu yana geçen bir asırda nüfusu 85 milyonu aşan ülkemiz; eğitim, sağlık, güvenlik, ulaşım, iletişim gibi kamu hizmetlerinde çok büyük ve göz ardı edilemez başarılara imza attı. Ne var ki iç içe girerek kördüğüme dönüşmüş olan yargı ve hukukun üstünlüğü sorunları, önce istikrarsız bir hibrit demokrasinin; bu da cari açık, dış borç, yüksek enflasyon ve orta gelir tuzağına düşülen, büyük ekonomik sorunların doğmasına neden oldu.
Türkiye Cumhuriyeti, demokratikleşme mücadelesini, yaklaşık her 10 yıllık dönemlerde kırılmalar, birbirinden büyük savrulmalarla yaşadı. Yönetimdeki iyileşme ve kötüleşmeleri ekonomik iniş ve çıkışlar takip etti. Bugün çok daha belirgin olarak görülmektedir ki yaşanan bu kırılmalar yönetimde istikrarsızlığa neden olurken, ekonomide de istikrarsızlığa ve sosyal adaletsizliğe neden oldu. Bu da gelir adaletsizliği, vasat eğitim, inovasyon, yüksek katma değerli üretim ve benzeri çağdaş sorunların çözümünü zorlaştırdı. Bütün bunlar bugün halen verimsizliğe, üretim azlığına, katma değer düşüklüğüne, dış ticaret açığına, dış finansman ihtiyacına ve nihayetinde ekonominin dışa bağımlı olmasına neden oldu.
Seçim rüşvetleriyle çarçur edilen
Ekonomi ve refah, siyasilerin etik dışı yaklaşımlarına ve iktidar hırslarına kurban edilmekte; halkın iyileşme dönemlerinde zorluklarla elde ettiği kazanımlar, yönetimdeki siyasilerin seçim rüşvetleri ile çarçur edilmekte.
Demokratikleşme tecrübelerimizle paralel giden bu kısır döngü sebebiyle Türkiye dünya ticaretinden ve refah artışından aldığı payı hak ettiği seviyede artıramadı. Orta gelir grubundaki ülkeler arasında Türkiye’nin milli gelirden aldığı pay 1980’de yüzde 2,9 iken 2000li yıllarda yüzde 5-5,5 seviyelerine yükseldiği halde, son yıllarda 1980 yıllarının da altına düşerek yüzde 2,3’e geriledi. Kişi başı milli gelir Cumhuriyetin ilk yüzyılının ilk yarısında 500 – 600 dolar seviyelerinde iken 2010’larda 15,000’e doğru yöneldi, son 3 yılda ise 8,000 – 10,000 dolar seviyesine geriledi.
Ekonomik istikrar için bağımsız yargı
Devlet yönetiminde istikrarsızlık, cumhuriyetin temel sorunu diğer ana sorunlarının da kök sebebidir. Yönetimde istikrarsızlığın temel sebepleri ise;
1- Yargının görevini etkin olarak yapmaya yeterli kapasiteye sahip olmaması, hizmetinin birinci şartı tam bağımsızlık olmasına karşın yargının oluşumunun ve işlevini göstermesinin siyasilere sıkı sıkıya bağlı olması,
2- Hukukun üstünlüğünün özellikle yönetici kesime karşı tam olarak işletilememesi, yönetici siyasilerin ve kamu görevlilerinin hesapvermez olması;
3- Güçler ayrılığının ve aralarındaki dengenin bozulması,
4- Temsilde adaletin ciddi şekilde aksaması ile toplumun kendi sorunlarını mecliste çözme yeteneğini yitirmesi ve halkın iktidardaki yöneticilere teslim edilmesi olarak özetlenebilir.
Gerçekten sivil bir Anayasa altında, görevini etkin olarak yerine getirebilen, şeffaf, hesapverir ve tam bağımsız yargı; devlet yönetiminde ve ekonomide istikrarın temel şartıdır. Yargının görevini özgürce, etkin ve verimli olarak yerine getirmesi ise ihtiyaç duyduğu imkânların sağlanmasına, gerekli yasal düzenlemelerin zamanında isabetle yapılmasına ve devletin yürütme ve yasama güçlerinin yargının görev sahasına müdahale etmekten kaçınmasına bağlıdır.
Yargı hesap verir olmalı
Yeterli bütçeye, sağlam görev teminatlarına sahip olmayan yargı, tam bağımsız olsa bile görevini yerine getiremez. Buna karşın sebebine bakılmaksızın görevini yerine getiremiyor olması yargı bağımsızlığını kısıtlamanın ve teminatlarını kaldırmanın gerekçesi olarak gösterilir. Hal böyle iken bağımsızlık gerekçesi ile hesapverirlikten kaçınan yargı, görevini ne sebeple yerine getiremediğinin anlaşılmasını engelleyerek, bağımsızlığının daha da kısıtlanmasına kendisi de neden olur.
Dolayısı ile yargının bağımsızlığını korumak için, bağımsızlığından ödün vermeden hesapverirliğini sağlamak zorunludur. Ancak yargıya hesap sorabilmek için hizmetin gerektirdiği malî, insan ve benzeri diğer kaynakları öncelikle, yürütme veya yasama güçlerinin müdahale edemeyeceği şekilde yargıya tahsis etmek gerekir. Yargı hizmetlerine, hesapverirliğine, mali kaynaklarına, örgütlenmesine, işleyişine, işlev bağımsızlığına yasama ve yürütme güçlerini etki etmesini kalıcı olarak önlemek ise, bunları anayasal güvenceye kavuşturmakla mümkündür.
Sürdürülebilir yargı bağımsızlığı; devlet güçlerinin yargıya etkisini ve müdahalesini sınırlayan, bu güçler arasında dengeyi ve uyumlu iş birliği ile halkın yönetimde adil temsilini sağlayan sivil bir anayasa ile mümkündür.
Vesayet, sebep mi, sonuç mu?
Yukarıda belirtilen sorunları ya yaratmış ya da o sorunlar nedeniyle ortaya çıkmış olan siyasi vesayet ortamında yargı, görevini özgürce ve etkin olarak yerine getirecek kapasiteye ve bağımsızlığa kavuşamamıştır.
Kendi içinde hukukun üstünlüğü aksayan ve hesapverir olmayan yargı; devasa devlet gücünü kullanan yürütmeyi ve yönetici kesimi denetleme ve hukukla sınırlandırma görevini yapamaz durumdadır.
Tersine, yargı, adeta yürütmenin bir uzantısı haline gelmiş; zaman zaman siyasi amaçla kullanılabilen bir araç haline gelmiştir. Bu durum siyaseti, hukuki ve fiilî dokunulmazlıklardan yararlanan siyasetçileri ve yönetici kesimi yozlaştırmıştır.
Halka hizmet için değil kişisel mevki ve menfaat için yapılan, istikrarlı koalisyon kültürü oluşturamayan siyaset, yönetimde istikrarı yürütmenin istikrarına indirgeyen bir anlayışı ortaya çıkarmıştır. Bu anlayış, istikrarlı tek parti hükümetleri oluşturma gayesiyle temsilde adaletten ödün vermiştir. Nitekim 1960 öncesindeki çoğunlukçu mutlak iktidarlardan ve 1961 ile 1980 arasındaki kırılma ve istikrarsız koalisyonlardan kaçınmak için mecliste suni çoğunluk yaratılmıştır.
2017 sivil değil miydi?
Yüzde 35 oy alan siyasi partiye mecliste suni olarak sandalye çoğunluğu verilerek tek başına hükümet kurma imkânı sağlanmış; bunun sakıncalarını gidermek için yürütme yetkileri cumhurbaşkanı ile paylaştırılmıştır.
Anayasa’da 2017 değişikliği sonrasında cumhurbaşkanını 5 yılda bir yapılan seçimler dışında değiştirilemez kılan (Anayasa m. 116) cumhurbaşkanlığı sistemi, kendine has bir yönetim istikrarsızlığı ortaya çıkarmış, bu da 2018’den beri tecrübe ettiğimiz güncel ekonomik sorunlara neden olmuştur.
Birinci asrındaki derin tecrübelere rağmen cumhuriyetimizin hala yönetimde istikrarsızlık sorunu yaşıyor olması; anayasalar veya anayasa değişikliklerinin toplumda yeterince tartışılmadan, farklı görüşleri uzlaştırmadan, karşıt ve azınlık görüşlerin itiraz ve endişelerini gidermeden, vesayet sahiplerini veya sadece bir kesimi gözeterek topluma dayatılmış olmasının sonucudur.
Nitekim pek çok kez değiştirilmiş olmasına rağmen 1982 Anayasası’nın Türkiye için yeterli olmadığında kamuoyu mutabıktır. Bu yolda Türkiye Büyük Millet Meclisi Eski Başkanı Cemil Çiçek’in 2010’larda başlattığı, geniş bir sivil toplum kesiminin katkı verdiği sivil bir anayasa oluşturma girişimi başarısız olmuştur.
İstikrarsızlık dayatılan Anayasaların sonucu
Yönetimde istikrar, toplumsal sorunların meşru zeminlerde makul çözümünü sağlayan, kırılma ve savrulmaları azaltıp önleyen ileri bir hukuk devleti ve demokrasi ile mümkündür. Bunu sağlamak için Daha İyi Yargı Derneği, sürdürülebilir yargı bağımsızlığını sağlayarak güvence altına alan, devlet güçleri arasında denge kuran, toplumun tüm kesimlerinin temsilini ve yönetime katılmasını sağlayan bir anayasaya ihtiyaç olduğu düşüncesindedir. Bu amaçla Daha İyi Yargı Derneği, 2021 yılında, yoğun bir karşılaştırmalı çalışma sonucu hazırladığı “A’dan Z’ye Türk Yargı Reformu” önerilerini, ulusal ve uluslararası alanda tartışmaya açmış; bu kapsamda kaliteli hizmet üreten, şeffaf, tam hesap verir ve tam bağımsız yargı sistemine ilişkin olarak anayasa hükümleri önerileri de geliştirerek ilgili taraflar ve tüm kamuoyu ile paylaşmış bulunmaktadır.
Öncelikle altını çizerek belirtmek gerekir ki: Sivil anayasa dayatılamaz, toplumsal uzlaşma ile oluşturulur. Şili’nin başarısız anayasa yapma tecrübesinden öğrenildiği üzere sivil bir anayasa yapılması kararlı bir irade, sağlam bir metodoloji ve güçlü sekretaryaya sahip kurumsal yapı ile mümkün olabilir.
Gerçek toplumsal uzlaşma gerekir
Anayasa bir toplum sözleşmesi; toplumun temel uzlaşma belgesidir. Toplumun ortak değerlerini, bu değerler çerçevesinde birlikte yaşamayı, uzlaşma ve iş birliği ile dayanışmayı sağlayarak güçlendirmek amacıyla devlet örgütünü, kurumlarını, işleyiş ve ilişkilerini düzenler. Anayasa, toplumların hem tecrübe ve birikimlerini hem de geleceğe ilişkin yönelimini, yol alış şeklini ve yol haritasını içerir. Aynı zamanda anayasalar, uluslararası alanda ülkelerin bulunduğu yeri ve gitmek istediği yönü belirler.
İki kişi arasında alelade bir alım satım sözleşmesi yapmak bile kolay değildir. Önce müzakere etmek, ana hususlarda anlaşmak, arkasından bütün olasılıkları en ince ayrıntısına kadar düşünerek uzlaşmak ve yazıya dökmek; bundan sonra da yazılanın anlaşmayı yansıttığından emin olmak gerekir.
Milyonlarca insanı ortak değerler, toplumsal örgütlenme, kurumlar ve işleyişleri hakkında uzlaştırmak sivil anayasa yapmanın en zor yönüdür. Daha en başında sivil anayasanın nasıl yapılacağını gösteren, toplumun her kesimini kapsayan, müzakereler için sağlıklı ve sürdürülebilir bir yöntem ve metodoloji belirleyerek kurumsal bir çerçeve ve sekreterya oluşturulmalıdır.
Sivil Anayasa yapım metodolojisi
Bu amaçla her türlü anayasa yapma (veya değiştirme) çalışmalarını düzenleyen katılımcı ve kapsayıcı bir metodoloji kanunu çıkarılmalıdır.
Metodoloji kanunu, anayasa yapım sürecine toplumun ana akım, çoğunluk, azınlık veya marjinal kesimlerin tümünün katılmasını, kendilerini ifade etmelerini, görüş ve isteklerinin dikkate alınmasını, diğerlerinden karşılık bulmasını sağlamalı; müzakere, ikna, arabuluculuk ve uzlaşma yoluyla mutabakat oluşturmayı hedeflemelidir.
Müzakerelerde öncelikle ülkenin 10, 50 veya 100 yıl sonrası için ileri görüşle anayasa ile oluşturulmak istenen düzen ve geleceğinin resmi tanımlanmalıdır. Anayasa böyle bir ileri görüşle tanımlanan gelecek resminin nasıl gerçekleştirileceğini gösteren belgedir.
Mevcut durumda geliştirilmesi, eklenmesi ve değişmesi gereken hususlar buna göre belirlenmelidir.
Bir sonraki aşamada ise gelecek resmine ulaşmak için yapılması gereken hususlardaki akademik yayınlar, görüş ve tartışmalar taranarak hâlihazırda oluşmuş mutabakatlar ile tartışmalı hususlar tespit edilmeli; önce parçalar üzerinde daha sonra parçaların bütünü üzerinde uzlaşma aranmalıdır. Zorunlu haller dışında toplumun tecrübelere dayalı kazanımları korunmalıdır. Uzlaşılamayan konularda farklı seçenekler geliştirilmeli, halkın tercihini tespit etmenin yolu ve yöntemi gösterilmelidir.
Tarafsız bir uzlaştırıcı ihtiyacı
Toplumsal uzlaşma yoluyla sivil anayasa yapmanın (ya da değiştirmenin) doğal aşamaları sırasıyla:
1-Konular hakkında farkındalık oluşması;
2-Karşılıklı görüş, istek ve tercihlerin ortaya konulması;
3-Müzakere, tartışma, ikna, uzlaşma ve mutabakat; (iv) anayasa hükümlerinin yazılması;
4-Bütün metin üzerinde mutabakat ve yasalaştırma olarak ayrılabilir.
Bu aşamaların her birinde ilgili farklı kesimlerin katılması, önyargısız ve hoşgörü ile kabul görmesi, kendini ifade edebilmesi, uzlaşma sürecine itimat kazanmanın ve toplumsal uzlaşma oluşturmanın ön şartıdır. Fakat birbirlerine karşıt veya diğerinden daha güçlü olan tarafların bunu sağlaması imkânsız derecede zordur. Kutuplaşmadan şikâyet edilen, birçok temel konuda halkın yarısının bir yönde diğer yarısının tersi yönde düşündüğü bir ortamda karşıt tarafların hiçbirisi uzlaşma sağlayamaz. Farklı görüşlere önyargısız ve eşit mesafede duran, konulara hâkim yapıcı bir arabulucu ve uzlaştırıcıya ihtiyaç vardır.
Uzlaştırıcı, toplumun kahir çoğunluğunun itimadını kazanmalı, uzlaşmayı gerçekleştirecek müzakere imkân ve yetkileri ile donatılmalıdır.
Sivil anayasa için katılım çağrısı
Uzunca bir süredir A’dan Z’ye yargı reformu sürdürülebilir yargı bağımsızlığı için çalışan siyaseten tarafsız Daha iyi Yargı Derneği’nin oluşturduğu Sivil Anayasa Komisyonu bu konuda bir örnek olabilir.
Daha önce derneğin katkısıyla yayınladığım “Türkiye’nin Orta Demokrasi Sorunları ve Çözüm Yolu” isimli kitapta ülkemizin temel sorunlarını yargı, hesapverirlik ve temsilde adalet olarak belirlemiştik. Her bir sorun için kapsamlı çözüm önerileri geliştirmiş ve bunlar arasında sivil anayasa yapımı için ana hatları ile bir metodoloji de tavsiye etmiştik.
Daha İyi Yargı Derneği, üye ya da hukukçu olma şartı aramadan Sivil Anayasa Komisyonuna iş dünyası, STK’lar, akademi, medya ve diğer kesimlerden katılım başvurularına açık olduğunu söylüyor.3