Türkiye’nin önündeki asırlık fırsat penceresini aralamayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2023 seçimlerinde muhalefeti bozguna uğratması üzerine bu pencereyi hepten kapatmak, Türkiye’yi seçimleri de adaletsiz olan bir seçimli otokrasiye dönüştürmek istiyor olabilir mi?
Eldeki taslak 2022’de mi, 2021’de mi yazıldı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 Eylül 2023 Salı günü, Ankara’da, Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ndeki “1982 Yerine 2023 Anayasası Sempozyumu’nun” açılışında, “Geçen yıl önce, anayasa konusunda söyleyecek sözü olan bilim insanlarının ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katıldığı bir dizi çalıştay düzenledik. Ardından da […] kendi anayasa metnimizi hazırladık” demişti.
Fakat 1 Ekim 2023 günü Meclis’in açılışında yaptığı konuşmada “Cumhur İttifakı olarak, 2021 yılında yeni anayasa için önce kendi hazırlıklarımızı yaptık. Ardından, diğer siyasi partileri de kendi hazırlıklarını yapmaya ve kamuoyuyla paylaşmaya davet ettik. Maalesef bu samimi davetimiz karşılık bulmadı” diyerek kendi kendini nakzetti.
Erdoğan elindeki anayasa taslağı için, 12 Eylül’de “2022’deki çalıştayların ardından” yazıldığını söylemişken, 20 gün sonra 1 Ekim’de Meclis’te, “2021’de” yazıldığını söyledi.
Sayın Erdoğan’ın 12 Eylül günü Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ndeki konuşmasında dediği “Geçen yıl (yani 2022’de) bir dizi çalıştay düzenledik. Ardından da muhalefete ve millete sunacağımız kendi anayasa taslağını yazdık” sözü mü, yoksa 1 Ekim 2023 günü Meclis’in açılışındaki konuşmasında dediği “2021 yılında kendi anayasa taslağımızı yazdık” sözü mü doğru? Bu açıklamalardaki yıllardan hangisi doğru acaba? Sayın Erdoğan’ın konuşma metinlerini yazanlar bu çelişkiyi nasıl açıklayacaklar?
Eleştiriyi hak eden Erdoğan ve AK Partidir, muhalefet değil
Erdoğan, muhalefeti “anayasa taslağı hazırlamamış olmakla” eleştirmekte haksız. Zira “Altılı Masa” olarak bilinen muhalefet partileri, 28 Kasım 2022’de, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Toplantısı”nda, anayasa taslaklarını kamuoyuyla paylaştılar.
Sayın Erdoğan ise cumhurbaşkanlığı bürokratlarının 2021’de yazdığı, anlaşılan kimsenin bilmediği anayasa taslağını, 2021’de veya 2022’de açıklamadığı gibi, her nedense 2023’ün sonuna yaklaştığımız bu günlerde bile ortaya çıkarmadı. Doğruyu söylemek ve bir hakkı teslim etmek gerekirse, yeni bir anayasa konusunda eleştirme hakkı olan biri varsa, o Sayın Erdoğan değil, muhalefetteki siyasi partilerdir. Eleştiriyi hak eden ise elindeki taslağı hala kamuoyuna açıklamamış olan Sayın Erdoğan ve AK Parti’dir.
Siyasetçiler kamuoyu vicdanında mahkûm oldu
Siyasetçilerin haklı haksız birbirlerini eleştirip diğerinin neyi yapamadığını söyleyip durmasından halka gına geldi. Bunun halka bir faydası da yok. Fakat siyasetçilerin tümü, 2023 seçimlerinden önce Türkiye’nin önünde açılmakta olan asırlık fırsat penceresini açmadıkları için halk adına okkalı bir eleştiriyi hak ediyorlar.
Siyaseti sadece devlet gücünü ele geçirerek keyfe göre kullanmak için her türlü şeyin mubah olduğu çirkin bir mücadele sahası olarak gören oligarşik siyasetçi zümresi, ele geçirmek istedikleri devleti daha da güçlendirmek için gereken en basit şeyleri yapmakta bile birleşemiyorlar. Şahsî mevki ve menfaat hırslarını öne koyarken Türkiye’yi dünyanın en ileri hukuk, demokrasi ve refah devletleri arasına girmekten alıkoydukları için kamuoyu vicdanında zaten toptan mahkûm olmuş durumdalar.
Kaçırılan asırlık fırsat penceresi
Pandeminin bittiği 2021 yılından bu yana, Türkiye’nin önünde asırlık bir fırsat penceresi bulunduğunu, bu pencereyi açabilmek için iktidarın iyileştirilmiş başkanlık sistemi ile muhalefetin güçlendirilmiş parlamenter sistem önerilerini uzlaştırmak gerektiğini, ancak olası bir anlaşmanın ilk maddesinin tam bağımsız yargı olduğunu yazıp söylüyorum. Siyasetçilere “Önce ele geçirmek istediğiniz devletin gücünü bağımsız yargı ile güçlendirin, bu gücü hanginizin nasıl ele geçireceğinde ve kullanacağında daha sonra istediğiniz gibi anlaşırsınız” diye seslenmiştim.
O zamanki “Dünya”, şimdiki “Ekonomi” gazetesi ile Daha İyi Yargı Derneği’nin birlikte düzenlediği “Ekonomi ve Hukuk Buluşmaları”nda Anadolu iş dünyası ile hukuk dünyası temsilcileri önerilerimi hararetle desteklemiş, böyle bir fırsat penceresinin açılma olasılığından heyecan duymuş ama gerçekleşebileceğine inanmamışlardı. Ne yazık ki haklı çıktılar! Asırlık fırsat penceresini açmak için ne iktidar ne de muhalefet kılını kıpırdattı. Türkiye 2023 seçimleri öncesinde önüne açılan asırlık fırsat penceresini göz göre göre kaçırdı.
Erdoğan asırlık fırsat penceresini hepten mi kapatacak
Bu asırlık fırsatın kaçırılmasının baş sorumlusu, siyasetçilerin en kudretlisi Sayın Erdoğan’dır. Yargı bağımsızlığını güvenceye alan sivil bir anayasa yapımında uzlaşmada belirleyici güce sahip olan Erdoğan, 2021 yılında yazdırdığı anayasa taslağını Altılı Masa ile müzakereye açıp, Abdülkadir Selvi’nin 2021’de duyurduğu İyileştirilmiş Başkanlık Sistemi önerisini muhalefetin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisi ile telif edip, yargıyı tam bağımsız hale getiren bir uzlaşma sağlayarak, Türkiye’ye çağ atlattırabilirdi. Fakat bunu yapmadı. Türkiye’nin kısa sürede dünyanın en ileri hukuk, demokrasi ve refah devletlerinden biri haline gelmesinin yolunu açacak fırsat penceresini hepten kapattı. Bu asırlık fırsatı, şahsî siyasi istikbali için heba etti.
2020 yılının sonlarındaki “ekonomi, hukuk ve demokrasi reformu” vaadini ancak üç ay sürdüren Erdoğan, anayasanın 101. maddesine, 6771 sayılı yasanın 18(b) maddesine aykırı olarak üçüncü kez aday olup, adaletsiz bir seçim sonucunda cumhurbaşkanı olduktan sonra, anayasanın 88(1) maddesinin özüne aykırı olarak, amiri olduğu devlet bürokratlarına 2021’de yazdırdığı bir anayasa taslağını, 2023’te millete dayatmaya hazırlanıyor.
Erdoğan’ın gerçek niyeti ne olabilir
Erdoğan’ın henüz kamuoyuna açıklamamış olduğu anayasa taslağının devletin tüm güçlerine Erdoğan’ın tek başına hakimiyetini perçinlemekten ve son anda getirilecek geçici bir madde ile kendisini 2028’de bir kez daha aday yapmaktan başka bir işe yaramayacağı şimdiden kestirilebilir. Nitekim gazeteci Deniz Zeyrek de duyumlarıyla bunu destekliyor.
Erdoğan’ın, 2010’da ve 2017’de kullandığı, izleri çoktan silinmiş olan 1982 darbe anayasasını ortadan kaldırma propagandası doğru değil. Çünkü darbecilerin yaptığı 1982 Anayasası’nın yargı, yürütme, yasama ve cumhurbaşkanına ilişkin hükümlerinin hepsi çoktan değişti, darbecilerin izi kalmadı. Hürriyetlerin asıl, kısıtlamaların istisna olacağı, uluslararası sözleşmelere göre yeniden düzenleneceği vaatleri de hiç inandırıcı değil. Madem öyle, o zaman Avrupa Konseyi Sözleşmesi ile kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine dair kararları neden reddediliyor ve iç politika malzemesi yapılıyor?
Gerçekleşmesi asla mümkün olmayan “seçmenler kanun teklif edebilecek” ve “Meclis bakanları görevden alabilecek” gibi halka hiçbir şey vermediği halde kulağa hoş gelen vaatler ise hiç de iyiniyetli değil. Bunlar Erdoğan’ın pençesindeki ana akım medya ile halka pompalanacağı şimdiden belli olan bir propaganda malzemesi. Amacı kendisini koşulsuz destekleyen milyonları Erdoğan’ın dördüncü kez cumhurbaşkanı adayı olmasına ikna etmekten başka bir şey olamaz.
Olmayan muhalefetle anayasa müzakere olur mu
Cengiz Han, kendine denk veya üstün rakipleri ile bir araya gelip, yetkilerini töre çerçevesinde bölüşüp kullanarak devlet gücünü büyütmesi, farklılıkları aynı ülkü etrafında buluşturması sayesinde dünyaya nam salan Moğol İmparatorluğu’nu kurdu.
İstanbul’u fethederek bir çağı sona erdiren Fatih Sultan Mehmet Han, önünde reaya ile eşit seviyede durduğu, bir gayrimüslimin davasında kısas yoluyla bileklerinin kesilmesine bile hükmedebilen bağımsız yargıçlara sahipti.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, kurucu meclisin verdiği yetkiyle kurtuluş savaşını kazandı. Yemek masalarında farklı fikirdekileri dinler, “Ben senin şaklabanın değilim” diyen şaire saygı gösterir, bir kerecik olsa bile karşılıksız para yaratılmasına izin vermez, paranın değerini de korurdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Cengiz Han’ın tam tersine karşısına çıkabilecek rakipleri yok ettiği gibi, 2023 seçimlerinde esamisi okunur bir muhalefet de bırakmadı. Fatih Sultan Mehmet Han’ın tersine, hakimler ve savcıları Erdoğan’ın önünde ayağa kalkıp, saygı duruşu gösteriyorlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün tersine, Erdoğan’ın kendisinden farklı düşünen, kırıcı eleştiri yapanlara tahammülü yok, halkına açık ara en çok hakaret davası açan lider oldu. Bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren kurumlar ise devletin veri ve para politikalarını Erdoğan’ı başarılı gösterecek şekilde yürütüyorlar.
Daha da önemlisi Erdoğan, devletin tüm imkanlarını kullandığı, devlete ait TRT de dahil olmak üzere ana akım medyayı kontrol ettiği, bir hayli adaletsiz 2023 seçimlerinde Altılı Masa’yı ve masayı oluşturan muhalefet partilerini açık ara hezimete uğratarak, siyaset meydanını boş, yani muhalefetsiz bıraktı. AK Parti’ye yakın miktarda, yüzde 25 civarında oy alma ve milletvekili çıkarma kapasitesi bulunan milliyetçiler üç partiye bölündü. Milliyetçiler bölünmemiş olsaydı ana muhalefet sıfatını da kaybedecek olan Cumhuriyet Halk Partisi gerçek anlamda bir liderden yoksun. Doğal lider adayı Ekrem İmamoğlu genel başkan olamıyor! Delegeleri kendi belirlemiş olmaktan başka bir gücü kalmamış olan Kemal Kılıçdaroğlu ise genel başkanlık koltuğunu bırakmak istemiyor.
Bu şartlarda halkın büyük bir kesimi de haklı olarak “Erdoğan, boşalmış siyaset meydanında yeni bir anayasayı kiminle nasıl müzakere edip uzlaşacak ve halkın önüne iyi hazırlanmış, gerçekten sivil (yani medeni) olarak uzlaşılmış nasıl bir anayasa getirecek” diyerek soruyor.
Halk için gerçek bir sivil anayasa gerek
Türkiye’nin Osmanlı’nın duraklama zamanından beri giderek kötüleşen, cumhuriyetin kısmen çözdüğü temel yapısal sorunları var. Bunlar: (i) kaliteli hizmet veren ve tam bağımsız işlev gösteren hesapverir bir yargı sistemi; (ii) devlet yönetiminde ve dolayısıyla ekonomide istikrarsızlık, kırılma ve savrulmalar; (iii) yasama ve yürütme güçleri arasındaki denge ve yargının yürütmeyi dengeleme yeteneği, (iv) devleti temsil eden kurumların kapsayıcılığı ve bağımsızlığı ve (v) genel olarak adalet, hukukun üstünlüğü ve hem devlet yönetiminde hem de toplum genelinde şeffaflık, hesapverirlik ve liyakatin sağlanması olarak özetlenebilir.
Gerçekten sivil bir anayasa metnine ulaşılmak isteniyorsa bu sorunları çözmek için, sağlam bir metodolojiyle, halkın her kesiminin özgürce kendini ifade edebildiği, toplumsal uzlaşma ile bir sivil anayasa yazılmalıdır. Bu konuların hemen hepsini müzakereye açmak doğru değildir. Onun yerine en acil sorunlar ve konuların önceliği belirlenerek konu bazında müzakere edilmelidir. Zorunlu bir ihtiyaç olmadıkça herhangi bir konu sırf anayasa yazmak için açılmamalıdır. Her hâlükârda yapılacak anayasa değişiklikleri toplumun üçte ikisi gibi kahir bir çoğunluğu tarafından kabul edilmelidir.