Dünyaca meşhur ekonomi gazetesinin Türkiye muhabirinin, “Alt seviyelerde rüşvete pek rastlanmıyor, üst seviyelerde nasıl” sorusunun cevabını, İstanbul’da inşaat projesi gerçekleştiren bir tanıdığım verdi: “Küçüklere göz açtırmıyorlar fakat üst seviyedekiler deveyi havuduyla yutuyorlar. Göz yumulan kaçak inşaatlardan, müteahhidin toprak sahibine verdiği kadar pay alıyorlar!”
Bunu, sözünün doğruluğuna inandığım kulağı delik bir siyasi parti başkanı da doğruladı: “Her şeyin bir tarifesi var; bir dosyanın akıbetini değiştirmek milyon dolardan başlıyor.”
Ülkemiz, Dünya Bankası’nın uluslararası yolsuzluk algısı endeksinde 193 ülke arasında Etiyopya’dan geride, 120’nci sırada, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yolsuzluk algısı endeksinde ise 180 ülke arasında, Panama, Brezilya ve Sırbistan’dan geride, 115’inci sırada yer alıyor.
Üyesi olduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD), suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, terörizmin finansmanı ve kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanı ile mücadele etmek amacıyla kurduğu Mali Eylem Görev Gücü’nün (Financial Action Task Force-FATF) gri listesinde, Türkiye, aralarında olmayı hiç hak etmediği az gelişmiş ülkelerle birlikte yer alıyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de Türkiye’yi bu listeden çıkarmaya çalışıyor!
Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO), 22 Mart 2019 tarihli “ara uyum raporu”nda, milletvekilleri, hakimler ve savcılar ile ilgili olarak 2017’deki tavsiyelerin yerine getirilmesi konusunda Türkiye’de somut hiçbir ilerleme olmadığını, 9 Haziran 2023 kabul tarihli “dördüncü aşama değerlendirme raporu”nda ise tavsiyelerine uyumda Türkiye’nin küresel olarak tatmin edici olmadığını belirtiyor. OECD FATF’nin ve GRECO’nun raporları doğru. Çünkü 1990 tarihli, 3628 sayılı “Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu” o kadar zayıf ki, adı “Rüşvet ve Yolsuzlukları Gizleme, Sorumlularını Koruma Kanunu” olarak değiştirilse yeridir. Bu kanun, kamu görevlilerinin sınırlı sayıda mallarını bildirmesini zorunlu kılmakta. Ancak GRECO derhal kamuoyuna açıklanmasını tavsiye etmesine karşın, herhangi bir tasdike tâbî olmadan kendi kurumuna ve beş yılda bir verilecek bildirimlerin gizli tutulmasını öngörmekte. İktidara gelen siyasetçi kesimi ile onlara bağlı üst düzey yetkilileri istisna eden, kanunun uygulaması sadece “alt seviyedeki memurlar” hakkında.
Türkiye’de, Nisan 2016’da Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı sırasında bir kez AKP, Şubat 2017’de ve Temmuz 2019’da Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı sırasında iki kez de CHP, Meclis’e “siyasi ahlak kanun taslakları” sundu fakat hiçbiri kanunlaşamadı. Sözde GRECO’nun tavsiyeleri üzerine hazırlanan bu taslaklar, etkisiz mal bildirimi sistemini milletvekillerine de teşmil etmekten öte geçmiyor, GRECO’nun tavsiyesine karşın bildirimleri kamuoyuna açmayı önermiyordu. AKP’nin taslağı için Recep Tayyip Erdoğan’ın Ahmet Davutoğlu’na söylediği “Eğer bu kanun çıkarsa belediye başkanı adayı çıkmaz” sözlerinin Türkiye’nin gerçeğini ifade ettiği belli.
Hukuk devletinin ve kanunların gereği olmasının yanında, ülkemizin uluslararası alanda itibarını zedeleyerek büyük zararlar görmesine neden olduğu bilinmesine rağmen, yolsuzluk ve rüşveti önlemekte bu kadar isteksiz olmanın sebebi ne olabilir? Küçük bir zümrenin gayri meşru menfaat elde etmesi uğruna ülkemizin çıkarları niçin feda ediliyor acaba? Özellikle gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere, dünyanın her yerinde nasıl oluyor da yolsuzluk ve rüşvet, siyaseti ve siyasetçileri kirleterek demokrasiyi zehirleyebiliyor?
Yaklaşan yerel seçimler bağlamında ise en azından şu soruları sormak gerekiyor: Belediye başkanı adaylarını niye parti tabanları önseçimler yolu ile belirlemiyor da siyasi parti başkanları merkezden tek başlarına belirliyorlar? Yerel yönetimlere adaylıklar konusunda sadece parti başkanları ile adaylar aralarında kalan pazarlıklar mı dönüyor? Adaylardan beklenen halka daha iyi hizmet etmek midir, yoksa siyasete güvenilir finansman kaynağı oluşturmak mı?