Demokrasi endeksinde Türkiye, 100’üncü sıradan 110’uncu sıraya düşmüş, Bakınız İngiliz Ekonomist dergisinin 2018 derecelendirmesine;  Türkiye’nin 2013 yılı öncesindeki demokrasi puanı puan 5.70 dolaylarında iken, 2018’de 4.37’e düşmüş. Hükümetin açıkladığı yeni ekonomik
programdaki hedeflere göre de, kişi başı milli gelirimiz 2017’deki 10.602 dolar seviyesinden 2018’de 9.385 dolara geriliyor. Orta demokrasi seviyemizdeki gerilemeye paralel olarak, orta gelir seviyemizin de geriliyor olması karşısında şapkalarımızı çıkarıp düşünmemiz ve gerçeklerimizle yüzleşmemiz gerekiyor.

Türkiye, geriden geldiği ve neredeyse her şeye sıfırdan başladığı mücadelede çok ileri gitmiş; dünyanın önde gelen sayılı ülkeleri ve büyük ekonomileri arasına girmeyi başarmıştır. Aksama ve kesintilere uğramışsa da bunlardan gereken dersleri çıkarmış, demokratik yönetim yönünde önemli aşamalar kaydetmiş, demokrasinin tüm kurumlarını oluşturmuş ve yerleştirmiştir. Cüzi bir kısmı dışında yetişkinlerini ve elitlerini 1. Dünya ve Kurtuluş Savaşı’nda kaybetmiş olan toplum, Cumhuriyet idaresi altında ekonomik ve kültürel alanda önemli ilerlemeler kat etmiş; demokratik yönetim tarzını benimseyerek ısrarla talep eder hale gelmiştir.

Fakat Türkiye’de demokrasi birçok bakımdan tezatlar içindedir.

Uluslararası sözleşmeler Anayasa’dan; Anayasa iç hukuktan üstündür. Ancak Anayasa’ya uyarlık denetimi sınırlı ve yetersiz kalmakta; Anayasa Mahkemesi’nin bir yerde Anayasa’ya aykırı bularak iptal ettiği düzenlemeler başka bir yerde yürürlükte kalabilmektedir. Anayasa’ya göre yargı gücü bağımsızdır, fakat en üst yargı organını yasama ve yürütme güçleri tayin etmekte; bu hayati organın işlevini gösterebilmesi yürütmenin bakan ve müsteşar unsurlarına sıkıca bağlı bulunmaktadır. Türkiye, bir cumhuriyet ve bir hukuk devleti olup, Anayasa’ya göre kanun önünde herkes eşittir. Fakat bu niteliklere aykırı olduğu, Anayasa Mahkemesi’nin 1977’deki içtihadında açıkça belirtilen düzenlemeler sonucunda HSK, YSK, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay üyeleri, haklarındaki kararlara karşı yasal başvuru yolları kapalı olması nedeniyle sorumluluktan fiilen bağışık imtiyazlı bir zümre haline gelmiştir. Yürütme kanuna uygun olmak zorundadır, fakat kamu görevlilerinin suç teşkil eden faaliyetleri hakkında Yargı’nın işlevini gösterebilmesi yürütmenin izin vermesine bağlıdır. Yürütmenin en üst kademesi ve siyasilerin, hukuka değil seçimden seçime seçmenlere hesap vermesi öngörülmekte, çok özel ve istisnai durumlar olmazsa, hiç hesap vermemektedir. Anayasaya göre, Türkiye demokratik bir hukuk devletidir, fakat devlet yöneticilerini belirleyen siyasi partilerde, yerel yönetimlerde ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında antidemokratik delegelik ve merkezi yönetimler hâkimdir. Halkın gelişmiş bir demokrasi isteğini gerçekleştirmekten sorumlu olan kurumlar, halkın temsil hakkını kısıtlamakta mahirleşen zümrelerin hâkimiyeti altında görevlerinin tersini yapmakta ustalaşmış bulunmaktadır. Yöneticilerin demokratik yollardan değiştirilebileceği kabul edilmekte, fakat siyasi parti ve seçim sistemleri merkez yönetimlerinin ve liderlerin hâkimiyetini perçinlemeye yaramakta; onların tercih ve kararına tabi olmak zorunda kalan halk, yönetimdekilerin alternatif yollarla değişmesini ummaktadır.

Devletin yönetim şekli cumhuriyettir, fakat halk kendi yöneticilerini seçemez; partilerin yönetimlerindeki zümrenin belirlediği adaylar arasında bir tercih yapar.

Liderlik ve yönetimleri tabanları tarafından oluşturulmamış olan siyasi partiler, ülke sorunlarını tespit ederek çözümler üreten fikir ocakları değil, devletin mevki, makam, güç ve imkânlarını paylaşmak için bir araya gelmiş kurtlar sofrası gibidir. Siyasi partiler, fikirleri yayarak yeni üyeler edinmek ve üye aidatlarıyla mali güç kazanmak yerine halkın kendilerine katılımını ve tabanın partilere hâkimiyetini kısıtlamakta; onun yerine hazine parasına, devlet gücünden pay almak isteyen adayların resmi veya gayri resmî katkılarına meyletmektedirler.

Partilerin tabanları, ön seçimle sıralanan adaylar arasından ehil gördüklerini yönetici seçmek yerine, lider ve merkez yönetimlerinin türlü pazarlık ve entrikalarla oluşturarak dayattığı listedekilere oy vermeye zorlanmaktadır. Kapalı kapılar ardında oluşturulan listeler sadece parti yönetimini değil, milletvekili ve belediye adaylarını belirlemek için de kullanılmakta ve halkın seçimine değil tercihine sunulmaktadır. Yani, halk kendi yöneticilerini seçmemekte; partilerin merkez yönetimlerinin önlerine koyduğu listeler arasında bir tercih yapmak durumunda kalmaktadır.

Bu şartlarda yöneticilerin kişiliğine, ferasetine ve kişisel bütünlüğüne göre ekonomi kâh iyi kâh kötü gitmekte; uzun vadeli plan yapmak, refahı sürdürülebilir bir şekilde artırmak kolay olmamaktadır.

Özüne inildiğinde Türkiye’nin aslında demokrasi sorunu değil, Yargı’da, Yürütme’de, hukukun üstünlüğü ve hesapverirlik ile temsilde adalet sorunu yaşadığı görülmektedir. Hukukun üstünlüğü alanındaki sorunlar Türkiye’nin, orta demokrasi sorunu olmak üzere diğer sorunlarının temelinde yatan kök sebeptir. Dolayısıyla hukukun üstünlüğü sorunu çözüldüğünde Türkiye’nin orta demokrasi sorunları da kendiliğinden çözülecektir.

Türkiye’nin orta demokrasi sorunlarını çözmesini sağlayacak olan yegâne şey, kamusal alanda hukukun üstünlüğünü sağlamaktır. Yargı ve kamu görevlilerinin hesapverir olmaması hukukun üstünlüğünde oluşmuş olan en büyük karadeliklerden biridir. Kamunun hesapverir olmaması, ülkemizde yaşanan birçok içsel çelişkinin de (paradoks) temel nedenidir. Gerçekten de, “Yargı’nın bağımsızlığının kısıtlanması, yanlıştır; fakat kendisi hesapverir olmadığı için haklıdır.” Kamu görevlilerinin suç işlediklerinde Yargı’ya hesap vermesinin üstlerinin iznine bağlı olması, yanlıştır; fakat hesap sorması gereken Yargı hesapverir olmadığı için haklıdır. Başka bir deyişle hukukun üstünlüğünü temin için yargı, bağımsız olmalıdır; fakat bağımsızlığının kısıtlanması için haklı sebepler vardır. Yürütme, hesapverir olmalıdır; fakat Yargı’nın bağımsız ve hesapverir olmaması sebebiyle yargıya hesap vermemesi haklıdır.

İşte bu, kendini yükseltme amacı, kendisini alçaltmasının gerekçesi olan çelişkili durum (paradoks) Türkiye’nin en hızlı çözülmesi gereken en önemli sorunudur. Çözümün de tek adresi kamuda hukukun üstünlüğünü sağlamaktır. Bu da büyük oranda kamu kurum ve görevlilerinin hesapverirliğini sağlamakla mümkündür.

Hukukun üstünlüğü sağlandığında Türkiye, hızla ileri demokrasi seviyesine gelecek ve orta gelir tuzağını da aşarak refah düzeyini hızla yükseltebilecektir. Tek yapmamız gereken gerçeklerle bir önce yüzleşmektir.