1. Sandık kurulu başkanları ne zaman oluşmuş ve kesinleşmiştir?

31 Mart 2019’daki seçimin sandık kurulları ve başkanları 2 Mart 2019 tarihinde kesinleşmiştir.

Bu durum YSK kararının 204. sayfasında 2. paragrafta “[…] sandık kurullarının oluşumuna karşı 2 Mart 2019 tarihine kadar itiraz edilmediği ve bu listelerin kesinleştiği” şeklinde ifade edilmektedir.

2.Sandık kurullarının oluşturulup kesinleştiği 2 Mart 2019 tarihinde sandık kurulu başkanı kamu görevlisi olmak zorunda mıdır?

2 Mart 2019 tarihinde ve öncesinde sandık kurulları başkanlarının kamu görevlisi olması zorunlu değildir.

2 Mart 2019 tarihinde yürürlükte, ilçe seçim kurulları ve YSK tarafından uyulması ve uygulanması zorunlu olan 298 Sayılı Kanunun 22. maddesi gereğince “seçmenler arasından iyi ün sahibi olmakla tanınmış, okur-yazar kimselerden sandıklardan her biri için bir liste düzenler. Her sandık için adı önerilen başkan adayları arasında ad çekilerek sandık kurulu başkanları belirlenir.”

Bu hüküm 13 Mart 2019 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere sandık kurulu başkanının kamu görevlisi olmasını gerektirecek şekilde değiştirilmiştir.

3.Sandık kurulu başkanının kamu görevlisi olma zorunluğu ne zamandan beri geçerlidir?

Sandık kurulu başkanının kamu görevlisi olması zorunluluğu 13 Mart 2019 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 13 Mart 2018 tarihli 7102 sayılı yasa ile getirilmiştir.

7102 sayılı yasa ile 13 Mart 2019’da yürürlüğe girecek şekilde değiştirilen 298 sayılı yasanın 22. maddesinin değişik hükmü şöyledir: ”İlçe seçim kurulu başkanı kamu görevlileri arasından ad çekme suretiyle tespit edilenlerden mani hali olmayanı sandık kurulu başkanı olarak belirler.”

4.13 Mart 2018 sayılı 7102 sayılı kanun 2 Mart 2019 tarihinde oluşan sandık kurulu hakkında neden uygulanmıyor?

7102 sayılı kanun 13 Mart 2018 tarihli olmasına karşın Anayasa’nın 67(6) maddesi gereğince bir sene sonra yani 13 Mart 2019 tarihinde yürürlüğe girmektedir.

Anayasa m. 67(6) gereğince: “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.”

Bu hüküm gereğince 13 Mart 2018 tarihli 7102 sayılı yasa ile getirilen – sandık kurulu başkanının kamu görevlisi olması – değişikliği bu hüküm nedeniyle 13 Mart 2019’dan sonra oluşturulan sandık kurulları hakkında uygulanır; 2 Mart 2019 tarihinde oluşan sandık kurulu ve sandık kurulu başkanı hakkında uygulanmaz.

5.İlçe seçim kurulları sandık kurulu başkanını belirlerken kanuna aykırı davranmış mıdır? Neden? Bu konuda kanuna aykırılık var ise sorumlusu kimdir?

İlçe seçim kurulları sandık kurulunu oluşturdukları ve kesinleştirdikleri 2 Mart 2019 tarihinde ve öncesinde o tarihte yürürlükte olan kanun hükümlerini uygulamakla yükümlüdür.

2 Mart 2019 tarihinde sandık kurullarını oluşturan ilçe seçim kurulları o tarihten 11 gün sonra yürürlüğe girecek olan değişik hükmü uygulama yetkisine sahip değildir. Kaldı ki, sonradan yürürlüğe girecek olan kanun hükmünü önceden uygulamak hem hukuksuz hem de Anayasa madde 67(6) hükmüne aykırı olurdu.

298 sayılı kanunun 2 Mart 2019 tarihinde ve öncesinde yürürlükte olan hükmüne göre sandık kurulu başkanlarının kamu görevlisi olması zorunlu değildir. İlçe seçim kurulları sandık kurullarının ve başkanlarının oluşturulduğu tarihte yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak sandık kurulu başkanını belirlemiştir.

YSK Kararı s. 204’te 3. paragrafın sonunda yer alan: “sandık kurullarının oluşum sürecindeki görev, kanun gereği ilçe seçim kurullarına ait bulunmaktadır. İlçe seçim kurullarının bu görevlerini kanuna ve genelgelere uygun olarak yerine getirmedikleri, olağanüstü itiraz üzerine yapılan incelemeler sonucu ortaya çıkmıştır.” şeklindeki sözde tespit beyanı gerçeğe aykırıdır.

YSK Kararı s. 207 4. paragrafta: “754 sandıkta sandık kurulu başkanlarının yukarıda yer verilen yasal zorunluluğa uyulmaksızın kamu görevlisi olmayan kişiler arasından belirlendiği görülmektedir. Kanuna aykırılık oluşturan bu belirlemenin neden yapıldığı ilçe seçim kurulları tarafından izah edilememiştir.” şeklindeki ifade haksız ve hukuksuzdur.

Zira: Oluşturuldukları 2 Mart 2019 tarihinde sandık kurulu başkanlarının kamu görevlisi olması zorunlu değildir ve açıklanması gereken bir şey varsa ilçe seçim kurullarının yürürlükte olan kanun hükmünü neden uyguladıklarının değil YSK çoğunluk üyelerinin ne sebeple Anayasa m. 67(6) hükmüne açıkça aykırı olarak yürürlükte olmayan bir hükmün uygulanması gerektiğini kabul ettikleridir.

6.YSK Çoğunluk üyeleri Anayasa m. 67(6)’a aykırı mı karar verdi?

YSK’nın üyelerinin hiç birisi, muhalif üyeleri de dâhil olmak üzere, Anayasa m. 67(6)’a aykırılığa kararda ve muhalefet şerhlerinde değinmiyorlar.

Buna karşın YSK’nın çoğunluk üyeleri Anayasa m. 67(6)’a aykırı davranmakta; kararın 202. sayfasında: “yeni düzenlemenin ilçe seçim kurulları tarafından uygulanma YSK tarafından itirazlar aşamasında dikkate alınma zorunluluğu bulunmaktadır.” diyerek Anayasa m. 67(6)’a aykırı bir görüşle iptal kararı vermiş bulunmaktadır.

YSK’nın çoğunluk üyelerinin yukarıya alınan kararları Anayasa m. 67(6) hükmüne açıkça aykırıdır.

7.YSK’nın çoğunluk kararının kendi içinde çelişkileri var mıdır?

Öncelikle belirtmek gerekir ki YSK’nın çoğunluk kararı Anayasa m. 67(6)’a ve kanuna açıkça aykırıdır.

YSK, bu hatalı kararında kendi içinde de açıkça çelişki içindedir.

YSK, 7102 sayılı yasa ile 13.3.2018 tarihinde yapılan değişikliğe uyulması gerektiğini söylemektedir. YSK’nın mantığına göre 13 Mart 2019’da yürürlüğe giren değişik hüküm 2 Mart 2019’da kesinleşmiş olan işlem hakkında uygulanmalıdır. Eğer değiştirilen hüküm, Anayasa m. 67(6)’da belirtilen bir yıl geçmeden önce geçmişe etkili olarak uygulanacak idiyse YSK bu değişikliği neden uygulamamıştır? Neden başkanları kamu görevlisi olmayan sandık kurullarındaki bu durumu seçimden önce değiştirmemiştir. YSK, neden seçimleri başkanları kamu görevlisi olmayan sandık kurulları ile yapmıştır?

Anayasa m.67(6)’a aykırı karar veren YSK çoğunluk üyeleri, kabul ettikleri duruma göre bu kararın YSK’nın görevini ihmal ve ihlal eder duruma düşürdüğünü fark edememiş olmalıdır.

8.Üyeleri yargıç olan YSK bir yargı merci midir?

YSK Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilmiş olan hakimlerden oluşmaktadır. Ancak hakimlerden oluşması ve seçimlerle ilgili konularda karar veriyor olmaları YSK’yı bir yargı merci haline getirmeye yeterli değildir. YSK bir yargı mercii değildir; önüne getirilen itirazlar hakkında da bir yargılama yapmaz.

Ancak Anayasa m. 79’a getirilen ve YSK kararları aleyhine başvuru yollarını kapatan hüküm YSK’yı yargı mercii veya yargı mercii benzeri haline getirdiği düşünülebilir ve savunulabilir. YSK yürütmenin bir parçası olan idari bir kurum olarak değerlendirilebilir. Fakat hem kararlarına karşı eskiden Danıştay’da dava açılabilirken dava açılamaz hale getirilmiş olması hem de üyelerinin yargıçlardan oluşması nedeniyle nev’i şahsına münhasır bir kamu kurumu olarak değerlendirilebilir.

YSK’nın yargı mercii olmadığı söz konusu 79. madde değişikliği öncesinde Anayasa Mahkemesinin 18.02.1992 tarihli (E.1992/12; K. 1992/7) kararında tartışılmış ve açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Anayasa Mahkemesi kararında aynen şöyle denilmektedir:

“Başta YSK olmak üzere seçim kurulları Anayasa’nın yargı bölümünde yer almadıkları gibi yargı organlarının sahip olması gerekli olan ve yukarıda yazılan anayasal niteliklerin tümüne de sahip değildirler.. Seçimle ilgili uyuşmazlıkları kesin nitelikte olarak çözümlemiş olmaları, YSK’nın tümünün yüksek yargıçlardan kurulu bulunması, il ve ilçe seçim kurulu başkanlarının yargıç olmaları bu kurulların mahkeme olarak nitelendirilmeleri için yeterli değildir. Aynı şekilde ilçe seçim kurulu başkanının bazı cezai yaptırımları uygulamaya yetkili olması da bu kurul başkanlığının mahkeme sayılmasını gerektirmez.”

Buna karşın YSK Kararı s. 201 aşağıdan 4. paragraf ortasında” Diğer yargı mercileri gibi YSK’nın da süresinde itiraz yoluyla önüne gelmeyen bir konuda re’sen karar vermesi mümkün değildir.” şeklinde bir ibare yer almakta olup bundan kararı veren hakimlerin YSK’yı bir yargı mercii gibi gördükleri anlaşılmaktadır. YSK’nın çoğunluk üyelerin YSK’nın özel hukuk davalarına bakan yargı mercii olan adli mahkemelere, karar verme usulünü de adli mahkemelerde özel hukuk uyuşmazlıklarına ilişkin usul kurallarına benzetmeye çalıştıkları görülmektedir.

YSK’nın, üstelik faaliyetleri bir yargılama faaliyeti olmadığı halde kendisini bir yargı mercii olarak görmesi, üstelik de adli yargı mahkemelerine benzetmeye çalışması hukuksuzdur. Anayasa m.79’da YSK’nın kararlarına karşı başvuru yolunun kapatılmış olması da Anayasa’nın devletin cumhuriyet, hukuk devleti olması ve kanun önünde eşitlik ilkelerine ve temel hak ve özgürlükler konusunda uluslararası sözleşmelere aykırıdır.

9.YSK önüne getirilen itiraz ile bağlı mıdır? Bu husustaki görev ve yetkileri idari bir mercii olması ile yargı mercii olmasına göre değişir mi?

YSK’nın bir kamusal kurum olduğu, özel hukuk tüzel kişisi olmadığı ve kamu hukuku tüzel kişisi olduğu tartışmasızdır. Kamu hukukunda re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Nitekim İdari Yargılama Usulü Kanunu m. 20(1) gereğince “Danıştay, bölge idare mahkemeleri ile idare ve vergi mahkemeleri bakmakta oldukları davalara ait her türlü incelemeyi kendiliğinden yapar.

YSK’nın özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıkları çözmekle görevli olan bir adli yargı mercii olmadığı ve olamayacağı kesin ve tartışmasızdır. İdari bir kurum mu yoksa yarı idari – yarı yargısal bir kamu kurumu olduğu belirlemesi bir yana bırakılır ve karar alma usulüne odaklanılırsa: YSK’nın önüne gelen meselelerde kanunda açık hüküm bulunmayan hallerde uygulaması gereken usul hükümlerini kıyas yoluyla belirleyebileceği kabul edildiği takdirde kıyas yoluyla uygulayacağı hükümler idari yargılama usulü kanunundaki hükümlerdir.

Taleple bağlılık ilkesi özel hukuk uyuşmazlıklarını gören adliye hukuk mahkemeleri üzerinde etkili olan Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilmiştir. Buna göre alacaklı Ali, mahkemeye 100 TL’lik alacağın tahsili davası ile geldiğinde bu davaya bakan mahkeme 150 TL’nin tahsiline veya Ali’nin dava konusu etmediği başka bir hakkının alınmasına dair karar veremez.

Seçimler Ali ile Veli arasında bir alacak – verecek davasına veya bir tahliye davası mahiyetinde değildir. Yöneticilerinin seçilmesi sürecinde toplumun iradesinin ne yönde oluştuğunu belirleyen bir yöntemdir. Seçimlerin düzgün ve adil bir şekilde yapılmasından görevli olan YSK’nın önüne getirilen olayı Ali ile Veli arasındaki alacak – verecek davasına benzetmesi ve kıyaslaması kabul edilebilir bir mesleki hata değildir.

YSK’nın veya yargı mercilerinin kendi önlerine getirilmeyen konuları kendiliğinden ele alması ve karar vermesi mümkün değildir. Bununla birlikte YSK’nın önüne getirilmiş olan bir konuda hukuka aykırılıkların bir kısmını görüp diğer kısmını görmezden gelmesi ve buna taleple bağlılık ilkesini gerekçe göstermesi kabul edilemez.

YSK’nın olağanüstü itiraz yoluyla önüne getirilen konuda İYUK m. 20’deki temel re’sen araştırma ilkesini uygulaması ve itiraz edenin talebiyle bağlı olmaksızın tespit ettiği aykırılığın neden olduğu hataların tamamını gidermesi gerekirdi.

10.YSK nasıl ve kimlerden oluşur, asil ve yedek üyeleri var mıdır, bunlar nasıl belirlenir ve kimlerdir?

7062 sayılı 30 Kasım 2017 tarihli Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun “Kurulun Oluşumu” başlığını taşıyan 4(1) maddesine göre “Kurul [YSK], yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tamsayılarının salt çoğunluğuyla seçilir.”

4(3) madde gereğince “YSK Başkanı ve Başkanvekili Kurul üyeleri arasından gizli oyla ve üye tamsayısının salt çoğunluğuyla seçilir.” Madde 4(4) gereğince “Başkan ve Başkanvekili seçimi yapıldıktan sonra, Yargıtay ve Danıştaydan seçilmiş üyeler arasından ad çekme ile ikişer yedek üye belirlenir. Başkan ve Başkanvekili ad çekmeye girmezler.”

YSK’nın 7062 sayılı Kanunun 4(4) maddesindeki yükümü yerine getirip getirmediği web sitesinde yayınladığı bilgilerden ya da Resmi Gazete’de yayınlanmış olan YSK kararlarından tespit edilememiştir.

YSK Kararı (Çoğunluk) s. 202’de de ifade edildiği üzere: “Hukuk sistemimizde kurulların nasıl oluşturulacağı kendi özel kanunlarında düzenlenmiştir. Kurulda bulunmaması gereken bir kişinin kurulda yer alması halinde kurul kararlarının şekil yönünden geçersiz olacağı tartışmasız[dır]. Danıştay’ın tüm içtihatlarında bir kurulun kanun veya yönetmeliği aykırı şekilde oluşturulması halinde işin esasına girilmeksizin şekil yönünden yapılan işlemlerin iptaline karar verilmektedir.” YSK’da bu şekilde oluşan ve işlevini gösteren bir kamu kurumudur.

YSK Kararına (4) adedi yedek olması gereken üyelerin de katılmış olduğu ve 7 asil ve 4 yedek üye toplamı olan 11 üyenin birlikte karar oluşturduğu anlaşılmaktadır. Karara kabul veya ret oyu veren üyelerin hangilerinin asil, hangilerinin yedek üyeler oldukları belli değildir. Karardan alıntıda belirtilen gerekçelerle katılmaması gereken kişilerin katılımıyla alınmış olması nedeniyle YSK kararı şeklen geçersiz durumdadır.

11.YSK asil üyelerden mi oluşur ve nasıl karar alır?

YSK, Başkan ve Başkanvekilini de içeren 7 asil üyeden oluşur. 4 yedek üye YSK’yı oluşturmaz; yedek üyeler ancak asil üyeliklerde boşalma veya açılma olursa asil üyelere ait görevi yerine getirmek üzere YSK’na katılabilirler.

YSK’nın asil üyelerden oluşacağı, yedek üyelerin asil üyelerin yokluğu halinde onların yerine geçeceği ve asil üyenin yerine getirmesi gereken işlevleri yerine getireceği ayrıca bir açıklamaya gerek göstermeyen temel bir dil ve hukuk ilkesidir.

Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde, “asıl” sözcüğü, “Bir şeyin kendisi, …”, “Bir belgenin aslı.”, …, “… Bir şeyin temelini oluşturan, ana.”, …, “…  Bir görevde sürekli bulunan, yedek karşıtı: Asıl jüri üyesi toplantıya gelmediğinden yedek üye çağrıldı.” olarak; “yedek” kelimesi de, “Bir şeyin gereğinde kullanılmak için elde bulundurulanı, asıl karşıtı.”, “Gereğinde kullanılmak için fazladan bulundurulan, ayrılmış, …”  şeklinde açıklanmıştır.

Bununla birlikte bu durum, Anayasa Mahkemesinin 30.07.2007 tarihli ve E.2007/84 ve K.2007/74 kararı ile de etraflıca açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesinin 20.02.2008 tarihli 26793 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmış olan 30.07.2007 tarihli kararında şöyle açıklanmıştır:

“Anayasa koyucu tarafından aralarında nitelik farkı öngörülmeyen asıl ve yedek üyelere farklı işlevler yüklendiği, asıl üyelikle aynı niteliklere sahip olması öngörülen yedek üyeliğin, asıl üyelerin mazeretleri nedeniyle Mahkemeye iştirak edememeleri veya asıl üye sayısının onbirin altına düştüğü durumlarda, asıllara ait görevi yerine getirmek ve onlara ait yetkiyi kullanmak üzere ihdas edildiği, onbir asıl ve dört yedek üyeden oluşturulan Anayasa Mahkemesi’nin, işlevsel olarak, öncelikle Başkan ve on asıl üyeden, asıl üyelerde herhangi bir nedenle noksanlık olması durumunda ise, var olan asıllarla birlikte, noksanların yerine katılacak yedek üyelerden meydana gelmek üzere Başkan ve on üyeden oluşturulduğu, Anayasa’nın 146. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “Anayasa Mahkemesi” kavramının Başkan ve on üyeden oluşan kurulu; “üye tamsayısı”nın da asıl üye sayısı olan “onbir”i ifade ettiği sonucuna varılmaktadır.

12.YSK’nın İstanbul BB seçiminin iptaline dair kararı şeklen geçerli midir; içerik olarak esasen hukuka uyarlı mıdır?

YSK’nın, yedek üyeleri de kurula, toplantılara ve kararlara dahil ettiği, bunu da kendi içinde aldığı bir ilke kararına dayandırdığı anlaşılmaktadır. Kanunla düzenlenmesi gereken bu konuda kurulun üyelerinin kendi aralarında alacakları bir ilke kararıyla kanunun dışına çıkmaları hukuksuzdur. Şeklen bile bir YSK kararı olduğu söylenemez.

Dolayısıyla bu durum yapılan işlemlerin, alınan kararların başından beri hükümsüz ve geçersiz olması sonucunu doğurur.

13.YSK kararına karşı yasal başvuru yolu var mıdır?

Anayasa Madde 125(1)’in 1. cümlesi gereğince: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” Fakat Anayasa m. 79 (Son cümle) hükmü gereğince: “YSK’nın kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.”

Dolayısıyla YSK’nın kararına karşı yasal başvuru yolu ve imkanı yoktur.

14.YSK kararına karşı Anayasa Mahkemesine veya İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine başvurulabilir mi?

Prof. Dr. Kemal Gözler’in 21 Nisan 2017 tarihli makalesinde[1] belirttiği üzere: Anayasamızın 148’nci maddesinin üçüncü fıkrası, bireysel başvuru yolunu, Anayasamızın koruduğu her temel hak veya hürriyet için değil, sadece bunlardan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi biri” için tanımıştır. Yani Türkiye’de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilmesi için, o hak ve hürriyetin sadece Türk Anayasası tarafından tanınması yetmez; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından da tanınması gerekir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapılabilmesi için de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi veya ek protokollerinde tanınan bir hak veya hürriyetin ihlâl edilmesi gerekir.

Sayın Gözler’in adı geçen makalesinde naklettiği üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No’lu Protokolün 3’üncü maddesi; “Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli

oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler”. Bu madde açıkça yasama organının seçilmesi, yani milletvekili seçimleriyle ilgili bir maddedir. Yani Protokol, milletvekili seçimlerinde seçmenin oy hakkını güvence altına almaktadır.

Öte yandan Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun madde 45(3) gereğince: “Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.”

Anayasa Mahkemesi 18.02.1992 tarihli kararıyla YSK’yı bir mahkeme olarak nitelendirmediğini açıklamıştır.[1] Eğer YSK Bir mahkeme olarak nitelendirilirse Anayasa’nın 79. maddesindeki “YSK’nın kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” hükmü “bu mahkemenin kararına karşı temyiz yolu yoktur” şeklinde anlaşılabilecek ancak YSK kararlarına karşı bireysel başvuru yolu açılabilecektir.

Kanaatimce, üyelerinin yargıçlardan oluşması, karar verme usulleri ile şartlarının sanki özel bir yargılama usulü gibi düzenlenmiş olması ve de özellikle özellikle kararlarına karşı yasal başvuru yolu bırakılmamış olması YSK’na seçimler konusunda özel bir mahkeme niteliği vermektedir. Gerçekten de işlevine uygun olarak YSK’yı il seçim kurullarının kararları hakkında son hükmü veren bir mahkeme olarak nitelendirmek daha uygun olacaktır ve böyle bir nitelendirme YSK’nın ve işleyişini genel devlet ve hukuk düzeni içine daha uygun olarak yerleştirmiş olacaktır.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakyemez’in bir röportaj’da [2] Mansur Yavaş’ın bireysel başvurusu ile ilgili olarak ifade ettiği gibi Anayasa’nın 79. Mahkemenin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun’un 45. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruyu usulden reddetmesi gerekir. Hakyemez, usul açısından sorun aşılsa bile esas açısından da bireysel başvuru hakkı kapsamının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) güvence altına alınan haklarla sınırlı olduğunu; “AİHS 1 nolu protokolünde serbest seçim hakkı düzenleniyor ancak bu hak sadece yasama organının seçimine ilişkin düzenleniyor. Mahalli idarelere ilişkin seçilme hakkı olarak düzenlenmiyor. O aşamaya gitmeden Anayasa Mahkemesi’nin usul açısından YSK’nın verdiği karara karşı başka bir merciye başvurulamayacağı gerekçesiyle bu talebi reddetmesi gerekiyor” diyor.

İsabetli bulduğum bu görüşe göre mahalli idare seçimleri hem Anayasa ve hem de İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde düzenlenmemiş olduğu için bireysel başvuru yapılmasının mümkün olmadığını düşünmekteyim. İHAS’ın mahalli seçimleri de kapsadığı düşünülecek olsa dahi o takdirde Anayasa Mahkemesinin m. 79. maddedeki hükmü gereğince bireysel başvuruyu inceleme imkanı olmayacağını fakat o halde AHİM’in incelemesi gerektiği sonucuna varılmalıdır.

Durumu YSK’nın yargı mercii veya idari bir merci olarak kabul edilmesi ihtimallerine göre ayrıca değerlendirmekte fayda görüyorum.

(a) YSK Yargı mercii olarak kabul edilirse:

YSK’nın bir yargı mercii olduğu ve işlevinin de yargısal işlev olduğu kabul edildiği takdirde İHAS’nin 6. maddesinde yer alan aleni yargılanma hakkının duruşma zorunluluğu, duruşmanın açıklığı, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, çelişmeli yargılanma hakkı gibi hakların ihlal edildiği düşünülebilir ve bu yönlerden bireysel başvuru konusu yapılabilir.

(b) YSK İdari merci olarak kabul edilirse:

Öte yandan YSK’nın idari bir kurum olduğu kabul edildiği takdirde ise İHAS’ın 6. maddesinde düzenlenen mahkemeye başvurma hakkının ihlal edildiği düşünülebilir. Mahkemeye başvurma hakkı hem özel hukuk uyuşmazlıkları, hem de idarenin işlem ve eylemleri nedeniyle ortaya çıkan iddialar açısından geçerlidir.[3] Bu takdirde Anayasanın 79. maddesindeki “YSK’nın kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” hükmünün İHAS’a aykırı olduğu sonucuna varılabilir.

15.YSK üyelerinin kişisel sorumluluğu var mıdır? Bu hususta nereye başvurulur, soruşturma veya kovuşturmaya kimler, nasıl karar verir?

Türkiye bir hukuk devletidir ve kanun önünde herkes eşittir.

Anayasa Madde 129(1) ile 129(5) bentleri gereğince “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.”  Yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”

YSK üyeliği yapmak üzere Yargıtay ile Danıştay üyeleri arasından seçilmiş olan YSK üyelerinin Yargıtay ve Danıştay üyelikleri aynen devam eder. 7062 sayılı YSK’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 4(10) maddesi gereğince YSK’nın “Başkan ve Başkanvekili, görevleri süresince; üyeler ise ihtiyaç duyulması hâlinde Kurulca belirlenen süre zarfında kurumlarından izinli sayılırlar. Ancak kurumlarındaki aylık, ödenek ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer özlük haklarından aynen yararlanmaya devam ederler.” Dolayısıyla YSK üyelerinin sorumluluğu üyesi oldukları Yargıtay veya Danıştay’daki hukuki statülerine tabidir.

Anayasa Madde 129(6) gereğince: “Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idari merciin iznine bağlıdır.”

Yargıtay ve Danıştay üyelerinin hem kişisel (örneğin rüşvet veya suistimal) ve hem de görev suçlarının soruşturulmasına gerek olup olmadığına veya yargılamanın men’ine dair kararlar, kendi kurumlarının yetkisine bırakılmıştır. Bu kararlar kesindir ve aleyhlerine hiçbir yasal başvuru imkânı yoktur.

Başka bir deyişle yüksek yargı kurumları Yargıtay ve Danıştay, üyelerinin suç teşkil eden fiilleri nedeniyle kanun önüne çıkarılıp çıkarılmayacağına kendileri, başka bir açıdan bakıldığında şüphelilerin mesai arkadaşları vermektedir. Diğer bir husus ise Anayasa m. 129(son)’daki “işledikleri iddia edilen suçlar” ibaresinin Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay başkan ve üyelerinin şahsi suçlarını da kapsayacak şekilde düzenlenmiş olmasıdır. Böylelikle bu yargı kurumlarının üyelerinin görevleri ile ilgili olmayan kişisel suçlarında bile hesapverirlikleri, kendi kurumlarının ve mesai arkadaşlarının kararına bağlıdır.

Gerçekten de 2797 sayılı Yargıtay Kanunu Madde 46’a göre:

(1)   “Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı vekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır.

(3)   Birinci Başkanlık Kurulu, soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.

(4)   Birinci Başkanlık Kurulu, son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir.

Benzer bir hüküm 2575 sayılı Danıştay Kanunu Madde 76’da vardır:

(1)   Danıştay başkanı, başsavcı, vekilleri, daire başkanları ve üyelerinin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işlemiş bulundukları suçlardan dolayı Daire başkanının seçeceği bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından ilk soruşturma yapılır.

(2)   Soruşturma sonucunda düzenlenen fezleke idari işler Kurulu başkanlığına verilir bu kurulun vereceği kararlar ilgililere tebliğ edilir.

(3)   Yargılamanın (men’i) yapılmaması kararı kendiliğinden son soruşturmanın açılması kararı, itiraz üzerine Danıştay Genel Kurulunca incelenir.

(4)   Son soruşturmanın açılmasına dair karar kesinleştikten sonra dosya Cumhuriyet Başsavcısına gönderilir.

(5)   Şahsi suçlarının takibinde Yargıtay başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı ve üyelerinin şahsi suçlarının takibi ile ilgili hükümler uygulanır.

Bu iki hüküm dolayısı ile YSK üyeliğine seçilmiş bulunan Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işlemiş bulundukları suçlardan dolayı soruşturulabilmeleri kendi kurumlarının soruşturma kararı vermesine tabidir. Kurumları bu yönde karar vermediği takdirde soruşturulamazlar. Kendi kurumlarının soruşturma açmama veya yargılanmalarının men’ine dair kararları kesindir. Bu kararlara karşı yasal bir başvuru mercii yoktur.

Bu imtiyazlı durum 1977 tarihli Anayasa Mahkemesi içtihadında belirtildiği üzere Anayasa’nın devletin cumhuriyet, hukuk devleti olduğu temel ilkelerine ve özellikle de m. 10(1)’deki “Herkes kanun önünde eşittir!” ve m. 10(3)’teki “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz!” hükümlerine aykırıdır.

16.Seçimlerin sonucuna müessir olmak ne demektir? Sonuca müessir olma durumu nasıl ve hangi tür delillerle ispat edilmelidir, YSK bu konuda nasıl karar içtihat vermektedir?

İtiraz ve Olağanüstü İtiraz yolları 298 sayılı kanunun “İl seçim kurulu ve başkanlarının şikayet üzerine verecekleri kararlarla, sair kararlarına ve tutanaklara itiraz ve olağanüstü itiraz:” başlığını taşıyan 130. maddesinde düzenlenmiştir.

Madde 130(2) hükmüne göre “…seçimin neticesine müessir olaylar ve haller sebebiyle yapılan itirazlar, [….] seçimin neticesine müessir görüldüğü takdirde, alt kademelerce verilen kararların kesin[leşmiş olmasına bakılmaksızın, reddedilmez; incelenir.]” Madde 130(3) gereğince “Bu itirazlar yazılı olarak yapılır. İtiraz dilekçesine, […] ihbar ve iddia olunan vakıaların mahiyetinin ve gerekçesinin beyanı[..], delillerinin gösterilmesi ve belgelerinin bağlanması, bu belgelerin elde edilmesi mümkün değil ise, sebeplerinin ve nereden ve ne suretle temin olunabileceğinin bildirilmesi lazımdır.

Sözü edilen 130. maddenin (2.) ve (3.) bentlerinin değerlendirilmesinden olağanüstü itirazın incelenmesi ve kabul edilebilmesi için “seçimin neticesine müessir (etki etmiş) vakıalar (olmuş olaylar) ihbar ve iddia edilmiş olması ve delillerini gösterilmiş ve dilekçeye eklenmiş” olması şart olduğun anlaşılmaktadır. Nitekim YSK kararının 201. sayfasında yukarıdan 2. paragrafta kanun metni aynen alıntılanmış; aşağıdan 2. paragrafta ise kanun yorumlanırken “Kanunun 130. maddesi hükmü uyarınca olağanüstü itirazın ancak seçimin neticesine müessir olaylar ve haller sebebiyle yapılması mümkündür.” denilerek bu husus YSK tarafından da teyit edilmiştir.

Madde metnindeki ve özellikle (3) bendteki “müessir vakıalar” terimi “etkisi olma “ihtimalinden” değil etkinin gerçekleşmiş olması halini ifade etmektedir. Zira “vakıa” ibaresi “vaki olmuş şey – olay” anlamındadır. Dolayısıyla “seçimin sonucuna müessir vakıa” ibaresi “seçimin sonucuna etki etmiş olay” anlamına gelir. Ayrıca “vakıa” terimi “bir fiil sonucu oluşan olay” anlamındadır ve bu terim bir işlem ile doğrudan aynı anlamı taşımaz.

Öte yandan Kanunun 130. maddesinin bu düzenlemesini seçimlerin halkın iradesinin doğru olarak ortaya çıkmasını sağlaması ana amacı çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Bu amaca göre değerlendirildiğinde de seçimin sonucuna etki etmiş olan bir vakıa / olay gerçekleşmiş olması gerektiği;: kanunun böyle bir ihtimalin durumunun yani sonuca etki etmesi (müessir) ihtimalini öngörmediği sonucuna varılabilir.

Nitekim YSK kararı s. 230’daki muhalefet gerekçesinde YSK’nın 03/04/2009 tarihli ve 640 sayılı, 27/04/2009 tarihli ve 1616, 14/04/2019 tarihli ve 2760 sayılı kararlarında, [….] seçimin iptali için [aykırılıklar] tek başına yeterli görmemiş, bu hususun mutlaka neticeye müessir olduğunun somut olarak kanıtlanması gerektiği […]YSK içtihatlarının istikrar kazanmış olduğu belirtilmektedir. Aynı yönde olmak üzere: YSK Kararı 244. sayfada YSK’nın 14/04/2019 tarihli, 2760 sayılı YSK kararında “ sandık kurulunda üye olarak görev yapan aza adaylarının seçim sonuçlarına ne şekilde etki ettiklerine dair somut tespit bulunmadığından” şeklinde karar verdiği belirtilmekte ve sandık kurullarına ilişkin usulsüzlük olmasını – dolayısıyla seçimin sonucuna etkili olma ihtimali olmasını – seçimin iptali için yeterli olmadığı, sonuca etki etmiş olan somut olayların bulunması gerektiği YSK içtihatlarıyla ortaya konulmaktadır.

Buna karşın YSK, seçimin sonucuna etki etmiş olan herhangi bir tespit yapmamış; seçimin sonucuna etki olma ihtimali nedeniyle seçim iptaline karar vermiş bulunmaktadır. Gerçekten de YSK’nın çoğunluk üyeleri; YSK Kararının s. 207 Aşağıdan 3. paragrafın 2. yarısında  “YSK, 754 adet sandıkta oy kullanan seçmen sayısının, 212.276 [ilk iki] aday arasındaki oy farkının 13.729 olması nedeniyle, 754 sandıkta sandık kurulu başkanlarının kamu görevlisi olmamasını seçimin neticesine müessir görmüştür. YSK Kararı s. 208, 1. paragraf: Büyükçekmece BB seçimi ile ilgili olarak “bu 5 sandıkta toplam 1.468 seçmen olmasını seçimi kazanan aday ile sonraki aday arasındaki 4.133 adet oy farkı olması sebebiyle seçim sonucuna müessir bir olay ve hal olarak değerlendirilmemiş,” YSK kararı . 208, 2. paragraf: Maltepe BB Seçimi ile ilgili olarak “6 sandık kurulunda kamu görevlisi olmayan sandık kurulu başkanının görev yapması, bu 6 sandıkta toplam 1.793 seçmenin oy kullanması, seçimi kazanan aday ile ikinci sıradaki aday arasındaki 29.404 adet oy farkı olması nedeniyle seçim sonucuna müessir bir olay ve hal olarak değerlendirilmemiştir.”

 

YSK’nın Kuruluş ve Teşkilatı Hakkında Önerilerim:

TESEV Anayasa Komisyonu Raporu, Türkiye’nin Yeni Anayasası’na Doğru, s. 21 ve 22]’de belirtildiği üzere: YSK seçim sistemine ilişkin tüm işlemleri hukuka uygunluk yönünden denetleyen bir organdır. Öte yandan kurul, idari nitelik taşıyan kararlar da vermektedir.  Böyle olmakla beraber kurul kararları kesindir. Aleyhine hiç bir yargı organına başvuru olanağı mevcut değildir.

Seçme ve seçilme hakkı temel bir hak olmasına karşın bu hakkın YSK tarafından ihlali halinde yasal bir başvuru imkânı olmadığı gibi Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru imkânı dahi bulunmamaktadır. En azından YSK kararlarının hukuka uygunluğunu teşvik etmek amacıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru imkânı getirilmelidir.

16 Nisan tarihindeki referandum sürecindeki eylem ve kararları nedeniyle YSK hakkında geniş bir kesimde güvensizlik oluşmuştur. Uluslararası alanda YSK kararlarının doğruluğunu ve hukuka uyarlığını ülkemizin sıkı ekonomik ve siyasi ilişki içinde olduğu AB ve üyesi olduğu OSCE de eleştirmiştir. Kurum, üyelerinin baskı altında, yasaya göre değil kişisel endişelerine göre oy kullandığı, bunun sonucunda yasaya aykırı karar verdiği, kendisini kanunun üzerinde gördüğü, milletin iradesini doğru olarak tespit etmediği, gerçeğe aykırı açıkladığı yönünde çok ciddi eleştirilere muhatap olmuştur.  YSK kararları ve resmen kesinleşen referandum sonuçları Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde başvuruların konusu olmuştur. YSK üyeleri hakkında çeşitli kişi ve kurumlarca şikâyetler yapıldığına dair haberler yayınlanmıştır. Bunlardan bir sonuç alınamamıştır, fakat bunların yapılmış olması ülkemizin demokratik kurumlarına ve dolayısı ile ülkemize ekonomik güveni zedelemektedir.

YSK ve üyeleri, ülkenin geleceğini belirleyen kararlar verdikleri halde, bu görevlerini kişisel sebeplerle ihlal ettikleri takdirde kurumsal ve kişisel olarak hesapverir değildirler. Görev yaptıkları hukuki zemin keyfi hareket edebilmelerine imkân verir niteliktedir. Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından seçilen YSK üyelerinin kişisel ve görev suçlarından dolayı soruşturulması, üyesi oldukları kurumdaki meslek arkadaşlarının kesin olarak vereceği karara bağlıdır. Adı geçenler suç işlemiş olsalar bile hukuka aykırı ve hatalı olarak verilen fakat kesin olan bu kararlar nedeniyle bu kimselerin sorumluluklarına gidilmesi mümkün olmayabilir.

Bu ortam, tüm yüksek yargı üyelerinin ve YSK’nın yöneticilerinin kişisel kaygılar veya menfaat nedeniyle keyfi hareket etmelerine imkân verebilecek veya sebep olabilecek bir ortam yaratmaktadır. Gerçekten de verdikleri kararlara karşı başka mercide yargı yolu bulunmaması, kararları görev veya kişisel suç teşkil etse bile kendi kurumları ve meslek arkadaşları tarafından soruşturma ve yaptırımdan bağışık kalabilecek olmaları YSK üyeleri için bu ortamı yaratmaktadır.

Öte yandan YSK’nın idari nitelikteki kararlarına karşı da yargısal nitelik verilebilecek olan kararlarına karşı da yasal başvuru yolu ve imkânı bulunmamaktadır. YSK’nın kanuna açıkça aykırı olarak karar vermesi durumunda itiraz ve dava imkânı yoktur. Milyonlarca seçmenin iradesini birkaç kişinin hukuksuz kararıyla bozmak mümkündür ve halkın buna itaat etmesi zorunludur. Böyle bir durumda YSK üyelerinin baskı, tehdit, cebir altında milletin iradesini göz ardı eden ve iradeyi gerçeğe aykırı olarak açıklayan kararlar vermesi mümkündür. Kendisi böyle bir karar vermenin sonucundan dolayı sorumlu tutulamayan kimselerin milletin menfaati yerine kendi hukuka uyarlı veya uyarsız menfaatlerini öne alarak keyfi hareket etmeyeceklerinin hiçbir garantisi yoktur; tersine durumun onları keyfiliğe yönelteceği bile söylenebilir.

16 Nisan Referandumu sonrasındaki tartışmalar bundan sonra yapılacak olan seçimlerde YSK’nın kararlarına geniş bir kesimin şüphe ile bakmasına ve itibar etmemesine neden olmuştur. Medeni bir ortamda yapılan seçimlerin geçerliliği tartışmasının uluslararası alanda tartışma konusu yapılması ülkemizin demokratikliği konularını şüphe altında bırakmaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin iptali kararı da çok geniş bir kesim tarafından şiddetle eleştirilmektedir.

Ülkemizin yöneticilerinin kendilerine verilen ülkeyi temsil etme yetkilerinin meşruiyetinin uluslararası alanda tartışma konusu olmasının çok ciddi sonuçları olabilir. Örneğin, halkın meşru temsilcisi olarak kabul görmeleri halinde yöneticilerimizin ülkemizin menfaatlerini yurtdışında savunmaları ve korumaları zorlaşabilir. Öte yandan dünya üzerinde BM sözleşmeleri ile kabul edilen demokratik yönetim tarzının ülkemizde aksadığı, seçimlerin demokratik olmadığı ve benzeri şüpheler ülkemizi uluslararası alanda hak ettiği seviyenin altına çekerek büyük zararlara uğramamıza neden olabilir.

Referandum süreci ve sonucu hakkında yapılan başvurular, bunların içeriği hususlar esastan incelenmeksizin, başvuru yolunun mümkün ve caiz olmadığı gibi sebeplerle sonuçsuz kalmıştır. Başka bir deyişle kamuoyunun önemli bir kesimi ile YSK arasında çıkan anlaşmazlığın esası bağımsız ve tarafsız bir yargı kurumu tarafından incelenmemiş ve uyuşmazlık konusunu aydınlatan bir yargısal kararla sona erdirilmemiştir. YSK, geniş bir kesimin YSK’yı şiddetle eleştirdiği hususlarda kendisi karar vermiş ve kendi kararını kendisi kesinleştirmiştir. YSK’nın kararı hukuken kesinleşmiş olmuş; ancak, YSK’yı eleştirenlerin itirazları ve uyuşmazlık giderilmemiştir. Bunun sonucunda eleştirileri yargısal bir süreçte itiraz ve eleştiri konusu olan YSK dışında bir kurum tarafından sonlandırılmamış olduğu için YSK hakkında kamuoyunun önemli bir kısmında güvensizlik oluşmuştur. Bu güvensizliği giderecek ve kuruma güven kazandıracak bir düzenleme yapılması zaruri hale gelmiştir.

Bütün bu endişeler, YSK kararlarına karşı yargı yolunun açılması ile kolayca giderilebilir; YSK kararlarına ve dolayısı ile seçimlerin sonuçlarına ulusal ve uluslararası alanda eleştiri götürmez güvenilirlik kazandırılabilir.

Diğer bir husus ise YSK kararları hakkında yasal başvuru imkânı olmamasının 1977 tarihli Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği gibi, cumhuriyet ve hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ilkeleri ile bağdaşmadığı, kurumun üyelerinin hukukçu olmasının alacakları kararları yargısal denetim dışına çıkarmayı haklı göstermeyeceğidir.

Fakat “Kurul kararları aleyhine başka hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz.” hükmü getirilerek kuruma güveni zedeleyen durum kemikleştirilmiştir. Oysa yukarıda özetlenen şartlarda kurumun kararlarına karşı yargısal başvuru yolunun düzenlenmesi ve hangi merci tarafından nasıl karara bağlanacağı düzenlenmesi ve güven oluşturulması beklenirdi.

YSK kararlarının yargı denetimi dışına çıkaran düzenleme ilga edilmeli ve yerine bu kararlara karşı hangi yargı merciine nasıl başvurulacağı düzenlenmelidir. Bu çerçevede seçimlerin anayasal düzeni yakından ilgilendirmesi nedeniyle bu husustaki yetki Anayasa Mahkemesi’ne verilmesi de düşünülebilir.

 

[1] https://t24.com.tr/amp/haber/prof-kemal-gozler-yazdi-ysknin-kararina-karsi-aymye-veya-aihme-basvurulabilir-mi,400436

[2] Yrd. Doç. Dr. Olgun Akbulut, Serbest Seçim Hakkı, İHAS ve Anayasa, Prof. Dr. Sibel İnceloğlu, 3. bası s. 554 vd.

[3]https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/04/140410_ankara_ysk_aym

[4] Adil Yargılanma Hakkı, İHAS ve Anayasa, Prof. Dr. Sibel İnceloğlu (editor), s. 216, dipnot 46