Türkiye Cumhuriyeti, tarihte birçok devlet kurmuş; devlet geleneğini karşılaştığı farklı yönetim sistemleri ile sentezleyip insancıllıkla zenginleştirerek insanlığın ilerlemesine önemli katkılarda bulunmuş olan bir ulusun torunları tarafından kurulmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’nda yıkılması üzerine verilen şanlı Kurtuluş Savaşı ile özgürce gelişip serpilebileceği güvenli bir vatana kavuşarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunda çağının en ileri devlet yönetim sistemini benimsemiş; kesintiler, ileri ve geri gitmeler yaşamasına karşın demokratikleşme yönünde sürekli güçlenen zorlu bir devinim içinde olmuştur.
Toplumun demokrasiyle yönetilme isteğini, kendisine dayatılan 1982 Anayasası’nı yüksek bir oranda onaylamışken darbecilerin gösterdiği MDP’yi değil de Anavatan Partisi’ni iktidar yapmış olmasından anlamak mümkündür. 1982 Anayasası’nda yapılan değişiklikler, sonuç alınmamış olsa da sivil anayasa yapma çabaları ve halkın 15 Temmuz 2016’daki hain darbe girişimine karşı duruşu; Türk toplumunun demokrasiye inandığını, önem verdiğini ve sahip çıktığını göstermektedir.
Toplum, 15 Temmuz’da sergilediği üzere, değiştirmeye ve iyileştirmelere muhtaç olsa da Anayasal düzenin ve Anayasa’nın korunmasını ve sivil yöntemlerle sadece millet iradesi ile değiştirilmesini arzu etmekte; müdahalelere izin vermeyeceğini göstermiş bulunmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı yoluyla Yürütme’nin Yasama’dan tamamen ayrıldığı 16 Nisan 2017 tarihli referandumda “Evet” ve “Hayır” oylarının birbirine çok yakın oranlarda çıkmış olması, halkın daha iyi demokrasi yoluyla daha iyi yönetim isteğinin tezahürüdür.
Osmanlı’nın çöküş döneminden bu yana süregelen Batı tipi demokratikleşme yönündeki eleştirilere Türkiye’nin referandumda başkanlık tipi yönetimini benimseyerek cevap vermiş olması, üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken derin bir siyasi olgudur. Referandum sürecinde belirginleşen ve aralarında sadece kılpayı fark olan zıt görüşlerin toplamı, toplumun güçler ayrılığının daha belirgin, yürütmenin daha serbest fakat daha etkin ve hesapverir olmasını istediğini göstermektedir. Bunun altında yatan ana neden, Türklerin Orta Asya’dan bu yana geliştirdiği, toplumun bilinçaltına kazınmış olan seküler ve hesapverir devlet yönetimi kültürü olmalıdır. Bu nedenle de Batı’dan gelen demokrasi eleştirilerini, engin devlet kültürümüzün uyanışını hızlandırma, günümüze uyarlama, demokrasimizi kendimize has özelliklerle farklılaştırma vesilesi olarak görmek olumlu bir bakış olacaktır.
Gerçekten de Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle gerileyen Batı uygarlığının, Türk – İslam uygarlığından etkilenerek asırlar süren uykusundan uyanması ve ilerlemesinde olduğu gibi, şimdi de Türkiye, Batı uygarlığından etkilenmektedir. Bu hızlı ve zorlu etkileşim; eşitlikçi, hukukun üstünlüğüne dayalı, insancıl engin devlet kültürümüzün uyanışını hızlandırmaktadır. İyi yönetilmediği takdirde toplumun iç dinamikleri ile dış beklentilerin farklılaşmasına ve çatışmasına neden olabilecek olan bu uyanışı günümüzün değerlerini gerçekleştiren bir sentezle gelişmeye dönüştürmenin, Türkiye’yi diğer ülkelere nazaran ayrı bir yere getireceği muhakkaktır.
Halk, sadece daha çok ve daha iyi üretip daha çok katma değer yaratarak refahını artırmak yani daha fazla refah için değil, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak, uluslararası alanda rekabet edebilmek, sahip olduğu engin kültürü ve köklü değerlerini yeniden canlandırıp geliştirerek evrenselleştirirken evrensel değerleri özümsemek ve sentezleyerek yükseltmek istemekte; hem ekonomik hem de sosyal alanda tekrar dünyanın lider ülkeleri arasında yer almak, eski güçlü ve sağlıklı günlerine kavuşmayı düşlemektedir.
Halk, bu amacını gerçekleştirmenin bir yolu olarak gördüğü için daha iyi demokrasi yoluyla daha iyi ve etkin olarak yönetilmeyi arzu etmekte; devlet yönetiminin koalisyonlardan etkilenmemesini, devlet işlerinde öngörülü (proaktif) ve hızlı karar alınmasını tercih etmekte ancak devletin kurumsal, öngörülebilir, şeffaf ve hesapverir olmasını istemektedir.
Türkiye, 172 ülke ile birlikte katıldığı Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun A-RES-59-201 sayılı kararında demokrasinin temel unsurlarının: (i) Güçler ayrılığı ve dengesi, (ii) Yargının Bağımsızlığı, (iii) Çoğulcu bir sistem, (iv) Hukukun üstünlüğüne saygı, (v) Hesapverirlik ve Şeffaflık, (vi) Hür, bağımsız ve çoğulcu medya, (vii) Demokrasi ve İnsan hakları ve siyasi haklara saygı olduğunu kabul etmiştir.